Sevgili Okurlar,

Bu hafta sizlere, evrensel bir kaç temadan bahsetmek istiyorum. Geçen haftalarda gördügüm bir tiyatro eseri ve bir film beni oldukca derinlere götürdu. Her iki eser de belirli temaların değerini öylesine güzel ifade ediyorlardi ki, tüm insanlar, tüm kültürler için aynı oranda kıymetli duygular ve manevi değerler gözler önüne seriliyordu. Bu iki eseri ve bu temaları sizinle paylaşmak istedim.


Öncelikle Tricycle Theatre da izlediğim ‘‘The Paperdolls’’ isimli oyundan bahsetmek istiyorum. Kilburn semtindeki Tricycle tiyatrosundaki oyunun konusu, gerçek hayat hikayesinden alınmış. Hikaye, belgesel filmden yola çıkarak sahneye alınmış. Bu belgeseldeki hikaye beş Filipinli genç erkeğin, Israile göç etmesi, gündüzleri yaşlı Ortodox Musevi yaşlılara bakmaları, ancak haftanın bir gecesinde ise, kadın gibi suslenerek sahneye çıkmasını ele alır. Haftanin bir günü çalısmazlar ve bu çalışmadıkları günün akşamında ise, dans showları ile sahnelerde yer alırlar ve kendilerine Paper dolls (Kagit bebekler) ismini verirler.


Bu beş genç adam, bir dönem Israile gelen 300 bin göçmenden bir gruptur. Kendileri çalışma vizeleri ile düşük sosyal statülü işlerde çalışirlar  ve  işlerinin dışında da serbestlerdi. Biriktirdikleri paraları ise, kendi ülkelerindeki ailelerine gönderirler.


Hikayedeki esas konu, kahraman Sally adındaki bakıcı ile, ev sahibi Chaim isimli yaşlı adamın hikayesini konu eder. Sally takma isimli bakıcı genç ile yaşlı Chaim harıka bir dostluk kurmuşlar, boğaz kanseri olan yaşlı adam Chaim Sally tarafından essiz bir bakım almaktadır. Sesini kaybeden Chaim için, bakıcısı Sally Ibranice okuyup yazmayı öğrenir, kendisine güzel yemekler yaparak, tam bir hizmet sunar. Chaim de Sally ye güvenir ve ona evinde oldukca iyi bir şekilde bakmaya başlar.


Diğer Filipinli arkadaşları da aynı şekilde kaldıkları evlerde ve baktiklari yaşlı kişilerle gayet uyumlu ilişkiler kurmuşlar, baktıkları kişilerin güvenini ve sevgilerini kazanmışlardır.


Oyunun bütününe baktıkca, o kadar çok düşünce ve değerle karşılaşıyoruz ki… Oyunun tümünü sizlere aktarmadan, bu değerler uzerine fikir vermek isterim. Öncelikle, bu beş Filipinli kişinin Tel Aviv gibi kendi içinde yaşamayı öğrenmiş ve pek de göçmen kabul etmeyen sehirdeki kişilere faydalı olabilmesi gerçeği h beni epey şaşırtmış oldu. Birbirinden farklı iki  kültür, farkli din ve apayrı yaşamları olan  kişilerin dünyalarının kesişmesi ve birbirine neredeyse muhtaç denilecek hale gelebilmeleri beni çok düşündürdü. Hepimizin bir ve bütün oldugu gerçeği, hepimizin aslında kendi millet ve gruplarımızdan bağımsız bir şekilde kimi zaman görünmez bir şekilde bağlı olduğumuz gerçeğini tekrar hatırlamış oldum. Bir diğer onemli nokta, bu Filipinli bakıcıların yine tüm farklarına rağmen, fedakarlık ve sevgi ile bakmakta oldukları kişilere kalben bağlanmaları idi. Her ne kadar toplum içinde yabancı damgası ile etiketlenselerde bu kişiler, beraber yaşayıp baktıkları kişilere tamamen sadık, içten, samimiyetle sevgi içinde bir ortam sunmaları beni gerçekten çok etkiledi. Sevginin tek birleştirici unsur oldugunu bir kez daha gözler önüne sermiş oldular benim için..


Ele alınan bir diğer güzel kavram ise, kişilerin ‘‘yuva’’ kavramını ele almaları idi. Nerede sevgi ve beraberlık hissi varsa, kişilerin yuva diye isimlendirdikleri yerin ve aile dedikleri kavramın sevgi paylaşılan kişilerle var olmasi idi. Orneğin bu Filipinli kişilerin birbirlerini kardeş gibi görmeye başlamaları, sevgi ve saygı duyguları ile beraber yuvalarını da beraber oldukları yer olarak benimsemis olmaları idi.


İlerleyen paragraflarda ise size bir başka dokunakli hikayeden bahsetmek istiyorum. Çizğili Pjamaları olan çocuk isimli film de beni oldukca derinden etkileyen bir hikayesi olan bir filmdi. Filmin konusu gerçek bir hikaye olmamasına rağmen, oldukca acıklı bir hikayedir. Film, 2. Dunya Savaşı esnasında Nazi  Kamplarının komutanının ailesini ve kampın durumunu konu eder.


Komutanın 8 yaşında bir oğlu ile kampta tutsak olarak tutulan 8 yasinda bir çocuğun hikayesi gözler önüne serilir. Komutanın oğlunun evin içinde anne ve babasından ve hatta ablasından yeterince ilgi ve sevgi görememesi, oyun oynamak için kimsesi olmaması ile çocuğun dışarıda kendisine bir dünya yaratması ile hikaye başlar. Alman komutan, ailesini yanına alarak, Nazi kamplarının çok yakınına bir yere yerleşir. Amaçı bulunduğu yer dolayisi ile, kampı daha iyi yönetmek ve kontrol altında tutmaktır. Bu sırada elbette ki komutanın çocukları okullarında ayrılmak zorunda kalırlar ve bilmedikleri bir sebepten dolayı taşınmak zorunda kalırlar.


Ailenin ilk çocuğu, kahramanımızın ablası, bulundukları ortama rahatça alışırken, kahramanımız ise, Musevi kamplarının anlamını anlamadan kendisine macera kitaplarından ve cevresini keşif ve doğa yürüyüşlerinden bir dünya kurmaya başlar.


Elbette ki siz okuyucularıma tüm hikayeyi yansıtmak değil amaçım. Ancak Alman çocuk ile Kampta bulunan çocuğun gizli arkadaşlıkları ve hikayenin sonunda ise Alman çocuk ile Musevi çocuğu birleştiren sevgi ve arkadaşlık gözlerimizi yaşartıyor ve bize yüce sevgi duygusunun önemini bir kez daha hatırlatıyor!


Hepinize sevgi dolu, sevgiyi paylastiginiz guzel bir hafta diliyorum!