Tamam; generaller, albaylar, keskin nişancılar, keskin istihbâratçılar, ric’at yolu emniyetçileri, boş kovan toplayıcılar, firar arabası sürücüleri, silah ve mühimmat tedârikçileri suçlu! Peki; politikacılar, profesörler, yazarlar, çizerler, be-tahsis akıldâneler, Sayın Bay Atatürk müfessirleri, emekli yazın öğretmenleri ve aaaah-ah, nerde o eski  güzel günler “tahassür-keşânı” sütden çıkma ak kaşık mı?

Biz bu ülkenin mutazarrırları, pardon, mensubları olarak “Anacığım, diktatör olsun ama nâmuslu olsun!” cümlesine çok mu yabancıyız?

Bir şahsın nasıl hem nâmuslu hem diktatör olacağı meselesine hiç girmesek bile muhtemelen “nâmuslu diktatör” derken usul usul kendimizi kasdetmiyor muyuz acabâ? “Ağabey, ver altı aylığına yetkiyi de bak nasıl muma çeviriyorum hepsini! Bak nasıl gül gibi yapıyorum memleketi!”Soğuk Savaş denilen belânın sona ermesinden bu yana, vaktiyle -hangi akla hizmetense- hallerine acıdığımız baskı rejimlerinden hemen hepsi, geçmişin yüzkaralarıyla hesablaşma bağlamında bizden fersah fersah ileriye geçmeyi başardı.

İşte Rusya, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan ve öbür sâbık Yugoslav kısmî cumhûriyetleri, işte Ermenistan ve Gürcistan ve bu arada bir tuhaf ibret vesîlesi gibi bu işi başaramayan (Türk kökenli!) Âzerbaycan “Hanlığı”!!!

Bir de kendimize göz atalım! Lütfen koltuk arkalarını dik duruma getiriniz ve kemerlerinizi bağlayınız!

Ben şimdi yukarıda zikretdiğim ülkelerin yüzleşdiği zaman dilimini bir yana bırakarak sâdece onların hürriyete kavuşduğu zaman süresini ele alacağım. Yâni 1915 Trajedisi’ni, 1941/42 “20. Kur’â Nâfiâ Askerleri” Kepâzeliği’ni, 1942/44 Varlık Vergisi Fâciâsı’nı, devlet gözetimindeki 6/7 Eylül 1955 Yağması’nı, 1962’deki “Azınlık Tâlî Komisyonu” Çeteciliği’ni, 1970’lerdeki Galata Rum Kiliseleri Soygunu’nu ve 1974’deki “Rumlar ecnebîdir.” hükümlü Yargıtay karârıyla son Rum mallarının da gasbı ahlâksızlığını bir yana bırakıyorum.

1989-2012 arasına bakdığım zaman, ortada artık zulmedecek azınlık pek kalmamasına rağmen, geriye doğru Hrant Dink, Zirve Yayınevi Katliâmı ve Râhib Santaro sûikasdları yine de “göz dolduruyor” ki hamiyetinizden gözlerinizi yaşartmacasına! Sonra gelişigüzel; Madımak, Başbuğlar, Danıştay Baskını (!), Gâzî Mahallesi, Doğan Öz, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, İlhan Dârendelioğlu, Hâmit Fendoğlu, Diyarbakır Cezâevi Cehennemi, Mamak Cehennemi ve Diyarbakır Kaleiçi iskelethâneleri geliyor aklıma! Kimse benim, çoğulcu demokratik bir hukuk devleti yolunda katetdiğimiz mesâfeyi küçümseyerek nankörlüğe yeltendiğimi düşünmesin!

Ama insâf ediniz!

Daha eskileri bir yana, henüz 20 küsur yıldır bir, farz-ı muhâl, Uğur Mumcu Cinâyeti’ni çözemeyen, yâhut çözmekden imtinâ eden bir devletin ciddiyetine siz güvenebiliyor musunuz?

Güvenebiliyorsanız utanmıyor musunuz?

Darbeci askerler elbet ki meşrûiyet özürlü ve sadâkat sâbıkalılar!

Ama yâni Bahriye Üçok’u da mı onlar vurdu?