12 Eylül’ün yargılanmasına niye sevinemiyorlarmış? Çünkü ülkede sivil vesayet varmış, “tahammülsüzlük” almış yürümüşmüş, basın özgürlüğü tehlikedeymiş; üstüne üstlük “12 Eylül’ün bütün kurumları” dimdik ayaktaymış...

“Madem öyle, bana ayakta kalmış üç adet 12 Eylül kurumu say” desen, tavana bakacak...

Ikınıp sıkınıp “YÖK var” diyecektir, “seçim baraj” uygulamasından girip “siyasi partiler yasası”ndan çıkacaktır ama 12 Eylül’ün sıkıdüzeniyle anılan kurum ve uygulamalar arasında nasıl bir paralellik kurduğunu açıklayamayacaktır.

Elbette YÖK kaldırılmalıdır.

Elbette seçim barajı makul bir seviyeye indirilmelidir.

Elbette siyasi partiler kanunu değiştirilmelidir.

Elbette adam gibi bir TCK yapılmalıdır ve “özel yetkili” lafzı tarihe karışmalıdır...

Bunların eksikliği mi mutsuz ediyor bu arkadaşları, yoksa bütün “sol özlemlerin” AK Parti eliyle gerçekleştiriliyor olması mı?

Elbette ikincisi...

Mutsuzlukları, Kenan Evren ve arkadaşlarına yargı yolunun açılmasıyla sınırlı değil...  

İktidar partisi “Nazım Hikmet oyuncağını” da aldı ellerinden.

Mutsuzlukları tavan yaptı.

Ne güzel yürüyüşler yaparlardı oysa. Ne güzel “Moskova gezileri” düzenlerlerdi. Ne güzel şiirler okurlardı. Rutkay Aziz teatral ses tonuyla sağcı hükümetlere verip veriştirirdi. Tarık Akan Nazım’ın mezarına su taşırdı. Müjdat Gezen bayat esprileriyle “zalim” taşlardı.

Hiç kimse de, “Nazım’ı zindanlarda çürüten zalim kimdi yahu? İsmet Paşa’mız değil miydi?” diye sormazdı.

İktidar partisi, 12 Eylül’ün “yasaklı kitaplar” oyuncağını da aldı ellerinden.

12 Eylül’ün yasaklı filmlerini...

12 Eylül’ün sürgün türkülerini, sürgün sanatçılarını...

Bar köşelerinde bir araya gelip “Yılmaz Güney’in filmlerini izleyemiyoruz” diye dövünemiyorlar, Kemal Burkay ve “benzerleri” üzerinden “faşizm edebiyatı” yapamıyorlar.

Mutsuzlar...

Ne yani, 12 Eylül’ün sair kurumları ortadan kaldırılsa, YÖK’e çeki düzen verilse mutlu mu olacaklar?

Kürt meselesindeki “görülebilir” iyileştirme de mutsuzluklarını artırıyor.

Kimi “duble yollarla bölgeye şiddet götürüleceğini” ileri sürüyor, kimi PKK şiddetine gözünü ve kulaklarını tıkıyor, kimi yaşadığı vicdan körelmesini “politik çıkış” diye yutturuyor, kimi İsrail’i yardıma çağırıyor, kimi de Arato adlı şarlatandan ödünç laflarla “sivil vesayet” edebiyatı yapıyor.

Bir de “dedikoducu” ve “çeteci” takımı var.

Bunlar da belden aşağı çalışıyor.

Sonra da, “Sivil vesayet var, tahammülsüzlük aldı yürüdü, sevinemiyoruz...” Öyle mi?

Tahammülsüzlük almış yürümüş olduğu için mi her türlü “darbe ve Ergenekon savunusunu” yapabiliyorsunuz?

Tahammülsüzlük almış yürümüş olduğu için mi “medya çetelerine” ve meşruiyeti meşkuk internet sitelerine aza yazılabiliyorsunuz?

Tahammülsüzlük almış yürümüş olduğu için mi Başbakan’ın ahlakını, cemaatin cesametini, yandaş kalemlerin “şerefini” sorgulayabiliyorsunuz?

Tahammülsüzlük almış yürümüş olduğu için mi meslektaşlarınız hakkındaki “itibarsızlaştırma kampanyalarına” bir avuç tuzla koşuyorsunuz?

Bütün fiilleriniz “yaptırımsız” kaldığı halde, bir de utanmadan Ahmet ve Nedim üzerinden “basın özgürlükçülüğü” oynuyorsunuz, sesinizin kısıldığını ileri sürüyorsunuz.

İyi ki sivil vesayet varmış, iyi ki tahammülsüzlük almış yürümüş...

Elinizden, dilinizden, ahlakınızdan, daha da önemlisi “şerrinizden” nasıl emin olurduk?

Bence bırakın onu bunu da, önce insan gibi özür dileyin...

İddianızı çünkü, “Kenan Evren yargılanamaz, kimi kandırıyorlar?” tezi üzerine oturtmuştunuz.

Kenan Evren’in yargılanabileceği ortaya çıkınca tutum ve ahlak değiştirdiniz.

Konumuz sadece “mutsuzluğunuzun patolojisi” değil...

Konumuz aynı zamanda ahlak...

(STAR)