Terörle mücadeleye evet... Sınır ötesi harekâta (gerekirse) evet... Kandil’de bir “üs” kurmaya evet... Terör örgütünün “lojistiğini” kesecek tüm askeri, siyasi, hukuki girişime evet...

KCK operasyonlarına gelince, yekten “evet” diyemiyorum.

Kuşkularım var...

Daha doğrusu, oturmayan, içime sinmeyen bir şeyler var.

Hayır, elbette soruşturma hakkında etraflı malumata sahip değilim.

İsnat edilen suçlar nedir, bilmiyorum...

Hangi “suç kalemleri” bu genişlikte tutuklamayı icbar etmiştir, bilmiyorum.

İhtimal ki, duyduğumuzda aklımızı tavana fırlatacak iddialar sökün ediverecektir... “Paralel devlet yapılanmasına” ilişkin çok ciddi bulgular ortaya dökülecektir... Bazı kamu görevlilerinin ve “seçilmişlerin”, hiyerarşik bir düzenle, doğrudan PKK’dan talimat aldıkları ortaya çıkacaktır...

Bilmiyorum... “Bu aşamada iddianameyi beklemekten başka çaremiz yok” dışında bir şey söyleyemiyorum.

Soruşturma bitsin.

İddianame tanzim edilsin.

Bakalım, görelim...

Tabii, KCK soruşturmasına icbar eden ve “kuşkuları” haklı çıkaran bulgular yok değil.

Bölgede, bir “ulusçuluk” rüzgârı esiyor yahut estiriliyor.

Dünyanın 19. yüzyılda terk ettiği bazı alışkanlıklar (her meseleyi ulusalcılıkla açıklamak yahut “ulusal kimlik meselesi” yapmak gibi) “yegâne siyaset yordamı” muamelesi görüyor.

Bu siyasetin güdenler ve müntesipler, bazen, “Türk faşistlerinin” gerisine bile düşebiliyor.

Üstelik, PKK’nın “düze indirdikleri” üzerinden bölgede hakimiyet kurmaya çalıştığı, “seçilmişler” üzerinde vesayet kurarak bir “korku imparatorluğu” oluşturduğu vakıa...

PKK bölgeyi, yine seçilmişlerin pozisyonunu kullanarak, istikbaldeki devletin anayasasıyla yönetiyor.

Farklı seslere tahammül yok.

Farklı bir siyaset güdülemiyor.

Farklı sesler çıkaranlar ya iç baskı mekanizmalarıyla sindiriliyor, ya da usulüne göre ortadan kaldırılıyor.

İsteniyor ki, yekpare bir “Kürt varlığı” oluşsun.

Bunlar vakıa...

Bunlarla mücadele etmek sonuna kadar devletin hakkı...

Fakat, terör örgütünün kurduğu korku imparatorluğunu ortadan kaldırmanın (ve paralel devlet uygulamasına son vermenin) yolu, Kürt Siyasal Hareketi’yle hasbelkader ünsiyeti bulunan ve “demokratik çözümden” yana tavır koymuş herkesi KCK torbasına atmaktan mı geçiyor?

KCK, eski MİT yöneticisi Cevat Öneş’in de belirttiği gibi, “PKK’nın legal görünümlü bir örgütlenmesidir”, doğru...

KCK, aynı zamanda, “Ovada PKK vesayetidir”, doğru.

KCK’nın varlığı, Kürt tarafındaki “demokratik açılımı” zora sokmaktadır, doğru...

Bu meseleleri, Mustafa Karaailoğlu’nun yerinde uyarısıyla, “Prof. Dr. Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu gibi isimlerin de içinde bulunduğu sansasyonel gözaltı ve tutuklamaları dışarıda tutarak” tartışmamız gerekiyor.

Ersanlı ve Zarakolu’nun hiyerarşik PKK yapılanması içinde herhangi bir rol üstlendiklerini düşünmüyorum.

Bu tutuklamalar, “Devlet, demokratik çözümden yana tavır koyanlara bile tahammül edemiyor” algısını güçlendirmekten ve bölgedeki “vesayet sistemine” meşruiyet sağlamaktan öte bir işe yaramayacaktır.

Benim görüşüm...