Günümüzde genel olarak İslam toplumlarında, özelde ise Türkiye bağlamında İslamcı aydınların ahlaki hassasiyetler temelinde konuşmadıklarını ve daha çok çıkarlar temelinde tercihler yaptıklarını görüyoruz. Çünkü elde edilen çıkarlar, ahlaki ilkeleri, hassasiyetleri aşan bir önem arzetmeye başlamıştır.

Daha da vahim olanı, çıkar odaklı bu davranış biçimi ideolojik bir akılla temellendirilerek, zulümler ve adaletsizlikler karşısında sessiz kalmanın gerekçesi haline gelmiş olmasıdır. Maalesef başkalarını dinlemek ve anlamak gibi bir derdi bulunmayan günümüzün İslamcı aydınları adalet ve merhamet duygusuna da tümden yabancılaşmış bulunmaktadırlar.

Kayıtsız şartsız itaati ve nesneleşmeyi seçen Müslüman aklının, entelektüel bir çaba harcamadan zihninin özgürleşmesi mümkün olmadığı gibi toplumsal anlamda bir fayda üretmesi de ne yazık ki mümkün değildir.

Eğer bir toplumda otoriter zihin yapısına karşı eleştirel bir tavır alması gereken aydınlar, popülizm ve hamaset dilini seçer hale gelmişlerse o toplumda kutuplaşma ve ötekileştirmeler kaçınılmaz hale gelecektir.

Maalesef bugün Türkiye’de dindarlar olarak fikri planda ciddi kırılmalar ve bunalımlar yaşıyoruz. Zira İslamcı aydınlar bugüne kadar savunageldikleri kendi tezlerinden bile feragat etmiş durumdalar. Kelimenin tam anlamıyla patolojik bir görünüm arzeden hamasete yaslanarak, devlet ve iktidar diliyle konuşur hale geldiler.

Hatırlayalım, bugün bütünüyle devlete ve iktidara eklemlenen İslamcı aydınlarımız geçmişte bize evrensel ölçekte fikri ve entelektüel bir ufuk çizerek yeni bir medeniyet kurmaktan, yeni bir tarih yapmaktan söz etmişlerdi. Bugün geldikleri noktaya baktığımızda galiba şunu açıkça ifade etmek durumundayız; ya bu İslamcı aydınların geçmişte çizdiği fikri ve entelektüel ufuk sahici değildi, ya da bize yanlış bir hikaye anlatmışlar.

Gerçekte sahici miydi, yoksa numara mı yapıyorlardı bilemeyiz ama o gün anlattıkları hikayede kalite vardı, evrensel ölçekte kültürel, sanatsal ve felsefi bir zihin dünyası vardı, bağımsız ve eleştirel bir duruş vardı. Ama bugün zihni özgürlüklerini kaybetmiş, düşünsel ve entelektüel dünyalarını tek akla ve devlete teslim etmiş aydınlarımız bize başka bir hikaye anlatıyorlar.

Ancak şu bir gerçek ki, İslamcı aydınların bugün siyaset ve devlet aklıyla birlikte yazmaya heveslendikleri yeni hikayede entelektüel bağımsızlığa yer yok. Rasyonel akla, eleştirel düşünceye yer olmadığı gibi, irfani tecessüse de, hakkaniyete de yer yok.

Ne yazık ki İslamcı aydınlar bağımsız düşünme yeteneklerini kaybettikleri için kişiliklerini konjonktürel çıkarlar belirler hale gelmiş bulunuyor. Bu yüzden de zihin dünyalarını genişlemesi, zenginleştirmesi gereken evrensel İslami bilinci kaybetmiş durumdalar. Aydınlarımız için daha da vahim olanı, İslami şahsiyet kavramını kaybetmiş olmalarıdır.

Bugün gelinen noktada İslamcı aydınların, siyasi otoriteye sadakat bağlamında İslam’ın evrensel mesajını ‘resmileştirme’ gayreti içinde olmaları trajik bir durumdur. Zira bu aklı ve irfanı ortadan kaldırarak, insanlığın selameti için kullanılması gereken dini araçsallaştırmanın en pespaye bir durumudur.

Aydınların yanlış bir bilinçle siyasi otoriteye ve hamasete büyülendiği bir toplumda, İslam’ın evrensel mesajının sosyal, siyasal ve ekonomik hayata ve de pratik anlamda eğitim hayatına yansıtılması mümkün değildir.

(Karar'dan)