Önce İskender Pala'nın mektubu, sonra da tartışmayı farklı bir zemine çeken Oğuz Tanrıdağ'ın mektubu...

Bugün köşemi ‘intikam tartışmasıyla’ ilgili iki mektuba ayırıyorum.
Üç sebeple.
Bir, cevap hakkına saygı...
İki, Türk basınında fazlasıyla ıskalanan nörobilimin önemi.
Üç, ‘intikam’ gibi bir konuda bile seviyeli polemik nasıl oluyormuş herkes görsün.
Buyurun...
Önce İskender Pala’nın mektubu, sonra da tartışmayı farklı bir zemine çeken Oğuz Tanrıdağ’ın mektubu:
Sayın Eyüp Can,
Köşenizde yer alan ve bir bilim adamı tarafından yazılan mektubun şahsımı ilgilendiren kısmıyla alakalı görüşlerim aşağıdadır, lütfen bu satırlara köşenizde yer veriniz:
Bilim adamı arkadaşımız “Fonksiyonel MR cihazıyla yapılan testlerden hareketle ‘Kim doğru söylüyor, hangisi gerçekten beyninden geçenleri aktarıyor’ sorusuna odakla(narak)” bilimsel sonuçlar elde edilebileceğini söyledikten sonra, böyle bir deney yapmadan, yalnızca gazeteden okuduğu bir röportaj metni üzerine, hatta o konuşmayı yaparken jest ve mimiklerimi bile görmeden farazi ve hayali birtakım hükümler icat etmiş ve güya bulduğu bilimsel(!) sonucu size iletmiş. Siz de bunun doğruluğunu araştırmadan, en azından bir başka bilim adamının testinden geçirmeden köşenizde yayınladınız. Buna göre öncelikle sayın bilim adamının okuduğu satırların, benim değil, muhabir arkadaşımın cümlelerinden oluştuğunu, yani beyefendinin benim ağzımdan çıktığı şekli değil, muhabir arkadaşımın ses kaydından deşifre ettiği şekli okuyarak bu sonuca ulaştığını, o mülakatı yaparken jest ve mimiklerime yansıyan üzüntümden muhabir arkadaşımın bile müteessir olduğunu, deneyinin asıl konusu olan satır aralarını ise hiç görmeden bunları yazdığını ve “İskender Pala’nın yazdıklarından rahatsız oldum!” dediğini üzülerek gördüm. Keşke sayın bilim adamı hayali deneyler kurgulayacağına bana herhangi bir MR testi teklif etseydi de oradan çıkacak sonuçları yayınladıktan sonra söylediklerimden rahatsızlığını belirtseydi. Güya beyefendiye benim “kategorik laf”larım güven vermemiş. Olabilir, kimseyi inandırmak zorunda değilim, böyle bir kaygım da olamaz. Ancak değerli bilim adamı keşke bu sonuca test edilmiş, ispatlanmış bilimsel çalışmayla ulaşsaydı da benimle ilgili paragraflarını “...yor gibi geldi” yerine “...dır; ...dir” diye bitirseydi. Bu durumda bahsettiği MR testine kendisi girseydi, benimle ilgili paragrafların sonunu “...yor gibi geldi” diyerek bitirmesi dolayısıyla cihaz bize “Denek bilim diye kendi zihnindekileri sayıklıyor” sonucunu verirdi.
Eskiden “niyet okumak” denirdi, bundan böyle “niyet belirlemek!” denecek galiba. Çünkü ben kendi samimiyetimden kuşku duymuyorum ve inanmadığım sözü söylemem.
Saygılarımla...
İskender Pala 

***

Sayın Can;
Yazmış olduklarınıza mektubumda ifade ettiğim görüşlerin, bu görüşler üzerine yapılan eleştirilerin ve hepsini bütünleyen yanıtınızın da katılmasıyla medya önünde belki de ilk “sosyobiyoloji” tartışmasının içinden geçiyoruz... Sosyobiyoloji neden bu denli insanları rahatsız etti ve etmeye devam ediyor? Çünkü insanlar, evrim teorisine inansalar da inanmasalar da kendilerini biyolojik açıdan belirleyen faktörlerin yarattığı kaderci anlayışın esiri olmak istemiyorlar.
Geleneksel eğitim biçimiyle kafamızda sosyal bilimler ve biyoloji birbirinden kopuk yerlere yerleştirilmiş. Asla bir ilişki varsaymıyoruz. Sosyal bilinç, sosyal davranışlar, bunları hiç biyoloji gözünden görmüyoruz. Oysa nörobilim deneylerle buna bakıyor. Şimdi gelelim bana sorduğunuz soruya yani Mandela’nın testten geçip geçmemesi konusuna. Bir kere o testler benim değil, uzun yılların araştırmalarından kaynaklanıyorlar.
İkincisi, isim babası siz oldunuz ama bunlar doğru söyleme testi filan da değil. Araştırmalarda hipoteze uyan olgular da var, uymayan da.
Sonuçlar rapor edilip tartışılıyor. Ben bugüne kadar hiçbir yayında fMR’ın doğru-yalan testi olarak adlandırıldığını da duymadım. Bu bir tetkik aracı. Şimdi toparlarsak insan davranışlarını anlamakta bir üçleme var; Biyoloji-Psikoloji-Sosyoloji. Nörobilimin bütün günahı, kendi alanında kalmayarak önce psikolojiye, sonra da sosyolojiye el atması. Gelişim bu yönde. Ama insanların, toplumların kabulleri var. Yoksa mesele bir İntikam tartışması filan değil. Kimse duygu olarak ve icraat olarak İntikamı sevmez, sevmemelidir, beyinlerimizde bu his ışıldasa da.
Saygılarımla.
Oğuz Tanrıdağ

(Radikal)