TAYYİP Erdoğan şöyle bir konuşma yapsaydı:

-  Bir espriyle söze başlasaydı...
-  Bağırıp çağırmadan sükûnet içinde bir konuşma yapsaydı...
-  Yapamadıklarını anlatsaydı...
-  Özeleştirisini verseydi...
-  Kendisinden önce konuşanlar olsaydı, o konuşanlar kendisini kıyasıya eleştirseydi, o da eleştirilere ağırbaşlı cevaplar verseydi...
-  Sesini hiç indirip kaldırmasaydı...
-  Eşitlerine hitap ediyor gibi hitap etseydi...
-  Konuşmasını kısa tutsaydı...
Ne olurdu?
Ne olacak?
Hem destekçilerinden hem de köstekçilerinden aynı eleştiriyi alırdı.
Derlerdi ki:
“Bu ne kötü bir performans.”
* * *
Erdoğan konuştu...
Ne konuşması!
Gürledi, resmen gürledi.
Şiirler okudu./Türküler söyledi./Ağlattı./Coşturdu./Duygulara tavan yaptırdı./Sesini indirdi./Sesini çıkardı./Haykırdı./Tüyleri diken diken ettirdi./Düşmanlarına korku saldı./ Dostlarına itimat telkin etti./Bir dağ gibi patladı./Bir göl gibi sakinleşti./Bir nehir gibi taştı./Bir liman gibi sarıp sarmaladı...
Velhasıl tek kişilik müthiş bir “nutuk şovu” sergiledi.
İçinde türkü olan, tarih olan, haykırış olan, şiir olan, azar olan, patlama olan, laf çakma olan, ecdat olan, hatta buzdolabı bile olan bir şov...
* * *
Şöyle bir baktım konuşmanın sosyal âlemdeki yankılarına...
En azılı Tayyip Erdoğan düşmanları bile yelkenleri suya indirmiş gözüküyordu.
Şöyle diyorlardı:
-  Kendisini hiç sevmem ama Tayyip Erdoğan büyük bir hatip...
-  Hiç oy vermedim kendisine ama konuşması beni bile gaza getirdi.
-  Kabul edelim: Adamın hitabeti çok iyi...
-  Ne konuştu ama...
-  Böyle konuşmayı imam hatipte mi öğretiyorlar?
-  CHP’den böyle bir hatip çıksın alıp götürür...
* * *
Ne çıkıyor bu yaklaşımdan?
Şu çıkıyor:
Ahalimiz destansı nutuk seviyor.
Solcusundan sağcısına okumuşundan okumamışına kültürlüsünden kültürsüzüne sosyal demokratından muhafazakâr demokratına..
Herkesin “iyi bir hitabet”ten anladığı şu:
Sesi kaldırıp indireceksin, erkek sesle haykıracaksın, araya iki türkü, üç şiir atacaksın, hep tarihi bir konuşma yapıyormuş gibi yapacaksın, gürleyeceksin, eseceksin, duygusal patlamalardan kahramanlık destanlarına savrulacaksın falan...
* * *
Neden böyle?
Çünkü:
Bizim siyasi kültürümüz böyle...
-  Biz siyaseti tartışma alanı olarak değil hitabet alanı olarak görüyoruz.
-  Biz siyaseti farklılaşma alanı değil kaynaşma alanı olarak görüyoruz.
-  Biz siyaseti sorunlara çözüm bulma alanı olarak değil tarihi hesaplaşma alanı olarak görüyoruz.
-  Biz siyasi liderle ilişkiyi, “âşık/maşuk ilişkisi” gibi görüyoruz.
Böyle gördüğümüz için de bizi ancak çok destansı, süper teatral, inişler ve çıkışlarla bezeli, kâh duygusal kâh efelenen, bazen umulmadık denli alçakgönüllü vurgularla dolu, bazen yadırganacak kadar kibirli edalarla dolu nutuklar kesiyor.
Hep bu türden nutuklara meftun oluyoruz.
* * *
Daha farklı bir siyasi kültüre sahip olsa idik...
Yani destansı nutuklar ile avlanmaya yatkın olmasa idik...
İki buçuk saatlik büyük nutkun ardından “Ne muazzam bir hitabet” demek yerine şunu diyor olurduk:
“İki buçuk saat konuştunuz ama uçağımızı kimin düşürdüğünden, Uludere’nin faillerinin neden hesap vermediğinden, yargıyla ilgili sorunların ne zaman çözüleceğinden, Anayasa’nın ne olduğundan, zamların nereye varacağından, Suriye işinin neye bağlandığından, ifade özgürlüğünden, gösteri yapanlara sıkılan gazlardan bir kelime olsun söz etmediniz... Ne iş?”

Güçlü olmayı isteyenlere dair

-  Kendine sor: Güçlü olmayı mı istersin, haklı olmayı mı?
-  Eğer “Güçlü olmayı istiyorum” diyorsan bil ki sen gücün karşısında kendini ezik hissedenlerdensin.
-  Paraya önem vermeyen para karşısında etkilenmez... Güzelliğe önem vermeyen çirkinlik kompleksi duymaz... Güce önem vermeyen de gücün karşısında kendisini ezik hissetmez...
-  Güç karşısında eziklenenler bu dünyada her türlü kerametin güçten kaynaklandığına inananlardır.
-  Güce önem veren hep şunun hayalini kurar: “Gücü elime geçirdiğim zaman karşımdakileri tırstıracağım, alayına ceket iliklettireceğim...”
-  Bu hayali kurmakta bir sorun görmez. Çünkü kendisi de hep güç karşısında ceket iliklemiştir, hep güçlüden tırsmıştır.
-  Güce inananın hayat düsturu şudur: Güçsüzken eziklen, güçlüyken ez.
-  Güce inanan hep şöyle bir yapıya ihtiyaç duyar: Önünde boyun bükülen, kendisinden korkulan, itaat edilen, sözü acayip değerli bir yapı...
-  Bu yapının varlığını doğal bulur... Güç karşısında eziklenirken de, gücü eline geçirdiğinde de...

Nereden nereye

1960’lı yıllarda...
Soğuk Savaş döneminin etkisinde kalan inançlı insanlar, Amerika’nın yanında Sovyetlere karşı “Komünizmle Mücadele Dernekleri”nde faaliyet gösterdiler.
2012...
İstanbul’un Fatih ilçesinde mütevazı bir ofiste bir grup genç, “Kapitalizmle Mücadele Derneği” adı altında İhsan Eliaçık öncülüğünde örgütlendiler.

Meşal’e de alkış Cemayel’e de alkış

AK Parti Kongresi’nde şöyle bir şey oldu:
HAMAS’ın siyasi büro şefi Halid Meşal, Filistin davasına gönül verilmesi nedeniyle en büyük alkışı aldı.
Fakat bununla beraber...
Sabra ve Şatilla kamplarında çoluk çocuk demeden bini aşkın Filistinliyi katleden Hıristiyan Falanjistlerin bugünkü lideri Emin Cemayel de alkış aldı.
Tuhaf ama gerçek...

İhmal edilmiş düzen

NECİP Fazıl, Adnan Menderes’i anlattığı kitabında Menderes’in kıyafet tarzı hakkında şöyle der:
“Zavallı o kadar kusursuz giyinirdi ki ihmal edilmiş şıklıktan haberi bile yoktu.”
AK Parti’nin stadyum kongreleri...
-  Aşırı düzenlilik...
-  Süper organizasyon...
-  Lider kültünü öne çıkarma...
Gibi nedenlerle çokça eleştirilmişti.
Bu eleştirilerden etkilenmiş olacaklar ki...
AK Parti Büyük Kongresi’nde...
Düzende, intizamda bir parça ihmale gitmişler.

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)