17 Aralık Yolsuzluk operasyonların başlamasıyla Doğu ve Güneydoğu'da yaşayan halkı en çok tedirgin eden ve korkutan şey; yürüyen “barış sürecinin” bozulması, PKK'nin tekrar savaşa başlaması, OHAL döneminde yaşanan hak ihlallerinin yaşanması, kardeşkanın dökülmesi ve 30 yıldan bu yana elde edilen barış ve huzur ortamının bozulmasıdır.


Hatırlanacağı gibi Akil İnsanlar Grubunun hazırladığı ve Başbakana sunduğu raporlarda da yüzde 90 oranında barış sürecine destek veren ve en çok sürecin arkasında duranda yine bölge halkı olmuştu.


Kürt halkı; KCK'nin hazırladığı ve yer yer hayata geçirmeye çalıştığı faşizan anayasasının, -ki bu KCK anayasası dünyanın en diktatör yönetimlerinde bile olmayan yasa maddeleri, hiç bir Kral'a verilmeyen yetki, KCK'nin kurucusu ve Önderi Abdullah Öcalan'a verildiğini gördü. Böyle bir dikta anayasanın yönetiminde yaşamaktansa “barış sürecinin” kalıcı olması için tüm gücüyle destek verdi.


Hükümet ve Cemaat kavgasına en çok sevinen, bölgede kendine en çok Cemaat'i rakip gören PKK ve BDP yolsuzluk operasyonlarına pek tepki göstermediği gibi daha çok kenarda kavgayı izlemeyi tercih ediyor. Bu konuda da hükümete yüklenmemeye çalışıyor.


Bir başka acı gerçek de, bölge halkı geçmişte, geçmiş hükümetlerin çok fazlasıyla zulmünü, adaletsizliğini, köylerin, insanların ve hayvanların yakıldığını gördüğü için, mevcut yolsuzluk operasyonları, sürülen hakim, savcı ve polsilerin yaşadığı hak ihalleri, kendi yaşadıkları ihlallerin yanında çerez kaldığını düşündüğü için de olaylara fazla tepki göstermiyor.


Hatta geçen hafta içerisinde yaklaşık 15 STK temsilcisi Diyarbakır'da ortak bir deklerasyon yayınlayarak hükümete destek verdi ve yapılan operasyonların hükümete yönelik bir darbe olduğunu iddia ettiler.


Son gelişmelerle ilgili Ak Parti Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten'le bir söyleyşi yaptım. İçten, içtenlikle barış sürecinin bozulmaması, elde edilen kazanımların heba edilmemesi, kardeş kanının akmaması ve bir daha eski OHAL günlerine dönülmemesi gerektiğini belirterek o da başbakan gibi, yapılan operasyonların bir darbe olduğunu ve barış sürecini baltalamaya yönelik olduğunu iddia etti.


Tabii benim bu konudaki kanaatlerim bellidir, Milletvekili İçten'in iddia ettiği gibi ben ortada darbe, kumpas ve paralel devlet görmüyorum ancak Kürt siyasetinin dizayn edildiği Diyarbakır'da bir milletvekilinin görüşlerini aktarmak ve kamuoyunu bilgilendirmek de görevimdir.


Dünde yazdığım gibi hukuk ve adalet ayaklar altına alınmışken, yolsuzluk soruşturmasını yapan savcılar, hakimler, polisler sürülmüşken, paralel devlete dair ortaya hiçbir kanıt sunulmazken, hiçbir soruştur ve dava açılmazken, “soyut” kavram üzerinden paralel devlet olduğunu ve darbe yapıldığını söylemek kamuoyunun aklıyla alay etmektir. Eğer ortada bir paralel devlet varsa, kanıtlarını, belgelerini ortaya koyar, dava açar, paralel devlet elemanlarını teşhir eder ve yargılamalarını sağlarsınız.


Bu memlekette çok darbeler yaşandığı için de, herhalde en çok darbenin ne olduğunu bu halk çok iyi bilir.


Darbenin nasıl yapıldığını, maliyetinin ne olduğunu, hükümetlerin nasıl düştüğünü, hükümet üyelerinin nasıl yargılandığını, militarizmin nasıl da milyonların üzerinde silindir gibi geçtiğini de bu halk çok iyi bilir.


Oysa ki burada tam tersine bir ay da 4000 bin insan hükümet tarafından sürülmüştür. Hakim ve savcılara baskı yapılmıştır. Hükümet her türlü tasarrufa sahiptir ve kanun üstüne kanun değiştirmektedir. Kendisine karşı darbe yapılan, bir hükümet bırakın kanun yapmayı iktidarda bile kalamaz. Onun için taşları ve kavramları yerli yerinde oturtmak gerekir.


Ak Parti milletvekili Cuma İçten; yolsuzluk iddiasıyla ilgili yapılan operasyonların barış sürecine karşı yapılmış bir darbe olduğunu, 30 yıldır susmayan silahların sustuğunu, kardeşkanın akmadığını, barışın sağlandığını ve bu huzurlu ortamdan huzursuz olanların ülkeyi tekrar bir kaousun ortasına düşürmek istediklerini savunarak “Barış sürecinin tek garantisi ve sigortası Sayın Başabakan Erdoğan'dır. Bu cesareti şimdiye kadar hiç kimse, hiçbir lider ve hiçbir hükümet gösterememiştir.”dedi.


İçten; “Düşünün bir taraftan petrol antlaşmaları yapılıyor, bir taraftan gerek bölgede ve gerekse ülkede her alanda ekonomik yatırımlar ve dev projeler gerçekleştiriliyor, Doğu'dan Batı'ya kadar herkes huzur içindeyken biran da halkın huzurunu kaçıracak olaylar oluyor. Bütün bunlar tesadüf mü? İki savcının yaptığı operasyonlar açıkça hükümete karşı bir darbedir. Şimdi soruyorum bütün bu yaşanan olaylar kime yaradı? Kim kazandı, kim kaybetti? Sonuçta kaybeden biz olmadık mı? 120 milyar dolar zarar etmedik mi? Ettik!


Kim kazandı? Kuşkusuz, faiz lobisi, küresel güçler ve emperyalist devletler kazandı. Paralel devlet en çok kendi ülkesine zarar verdi. Sorarım, savcının Fatih belediyesini 3 kez ziyaret etmesi, imar talebinde bulunması normal midir? Halk Bankası olayıyla milli irade rafa kaldırılmak istenmiştir. Orada 4,5 milyon doların bulunması olayıyla ilgili de çok ciddi şüpheler var ve olayın yansıtıldığı gibi olduğunu da düşünmüyorum.”dedi.


Himmet Gecelerinde Toplanan Milyon Dolarlar!


Doğrusu bu “Himmet Gecelerini” de ilk kez Milletvekili Cuma İçten'den duydum. Belki siz duymuş olabilirsiniz ancak ben ilk kez duyuyorum.


İçten; “Bazen Diyarbakır'da ve bölge illerinde Himmet Geceleri düzenlenir, bu gecelerde milyon dolar yardımlar toplanır. Örneğin Diyarbakır'da yapılan bir Himmet Gecesinde 10 milyon dolar para toplandığını biliyorum.Toplanan paralar için makbuz falanda alınmıyor. Peki bu paraların hesabını kimse soruyor mu? Hayır!”diyen İçten, söz konusu paraların Cemaat tarafından da toplandığını iddia etti.


Temelinde Cemaat/veya Cemaatlere karşı olmadığını, Cemaat'in(Gülen Hoca efendi Cemaat'ini kastederek) içine sızmış örgütlü bir yapı olduğunu, bu örgütlü yapıya karşı olduğunu ancak Cemaat'in bölgede, ülkede ve dünya genelinde yaptığı hizmetleri de görmezlikten gelinemeyeceğini de belirterek “Cemaat'in içinde iyi niyetli insanlarımızı farklı bir yere koyuyoruz.”dedi.


İçten; yürütülen soruşturmalarda gizlilik ilkesinin ihlal edildiğini belirterek eğer ortada yolsuzluk yapanlar varsa da sonuna kadar gidilmesinden de yana olduğunu, yolsuzluğu asla savunmayacağını söyledi.


Ak Parti iktidarı gelirken yüzlerce cemaatten destek aldıkları gibi Gülen Cemaatinden de destek aldıklarını ancak hükümet kiminle çalışmak isterse onunla çalışabilme hakkına sahip olduğunu, bugün yapılan atama ve yer değiştirmelerin bunun bir neticesi olduğunu belirterek bir çok nokta da çok kirli ilişkilerin varlığına da işaret etti.


Doğu'da hukuk ayrı, Batı'da hukuk ayrı!


İçten, Bölge'de uygulanan hukuk ile Batı'da uygulanan hukukun ayrı uygulandığını, Gezi olaylarında molotof atan, araç yakanlara ceza verilmediği gibi haklarında takipsizlik kararı verildiğini ancak buna karşın başta Diyarbakır'da aynı suçtan yargılanan çocuklarımıza 10 yıl ceza verildiğini belirterek “en basitinde KCK davasından tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmayıp CHP'li milletvekilinin serbest bırakıldığı gibi. Yani bölgede hukuk ayrı işliyor, Batı'da ayrı işliyor. Bu adalet mi şimdi? Bu adaletsizliği uygulanlarda paralel devlet adamlarıdır.”dedi.


F. Gülen Bir İslam Alimidir!


İçten; Fethullah Gülen hoca efendinin bir İslam alimi olduğunu, bir İslam aliminin de bütün siyasal kimliklerin üstünde olması gerektiğini, ihale, iş takibi gibi konulara tevessül etmemesi gerektiğini ve Cemaat'ten bazılarının sadece 1500 TL karşılığında Afrika'ya gidip ders vermelerinden dolayı da onur duyduklarını söyledi.


Öcalan tüm Kürtlerin lideri değildir!


Başbakan Yardımcısı Beşir Atala'yın “beğenelim, beğenmeyelim Öcalan Kürtlerin liderdir.” açıklamasıyla ilgili sorum üzerine İçten; “Sayın Beşir Atala'yın 'Öcalan Kürtlerin Lideridir' açıklamasına katılmıyorum. PKK'nin ve bir kısım Kürtlerin lideridir ama tüm Kürtlerin lideri değildir.


Kürtler PKK'nin veya BDP'nin tekelinde de değildir. Kürtler hiç kimsenin tekelinde değildir. Muhafazakar ve dindar Kürtler APO'nun liderliğini kabul etmiyorlar.”dedi.


Bu konuda İçten'e sonuna kadar katılıyorum. Öcalan benimde asla liderim olamaz. İçten; “BDP Türkiye'de 20 milyon Kürt olduğunu söylüyor. En az 15 milyon seçmen vardır. BDP'nin aldığı oy 3 milyondur. Demek ki tüm Kürtleri temsil etmiyorlar.”dedi.


En başta da dedim ya, demokrasi düşünmek, düşünmek hayır demeyi bilmektir. Düşüncelerimiz farklı olsa da kardeşçe konuşmayı bilmeli ve kavga etmemeliyiz.