Bugün sizlere ne siyasetten, ne Ankara siyasetinin labirentlerinden, ne seçilen adayların heyecanından, ne seçilemeyen adayların isyanından, ne yürütülen başkanlık sisteminin tartışmasından ve ne de liderlerin ağız polemiklerinden söz etmeyeceğim.

Çalıştığım işyerinde hepimizin sevimli maskotu Hüseyin’den söz edeceğim.

Hüseyin sabahları yerleri siler, yüreğinde tortuları biriktirirken, öğlenleri bulaşık yıkar, gözlerinden hüzün dolu damlaları musluklarla akıtır, akşamları evin yolunu tutar ve umutlarını yarınlara bırakırken bana “Cüneyt abi ben ne zaman yazacan?”diye sorup durur.

Aş, aşk ve iş işlerinden sermayeyi kediye yükleyen, yaşamayı bir türlü beceremeyen, özlemeyi, sevmeyi iyi bilen ama hayalleri hep yarım yamalak olan Cüneyt abisinin kaleminden umut bekleyen Hüseyin’le, her sabah çay ocağında karşılaştığımızda, “Cüneyt abi bizim şu iş ne oldu?”diye sorar.

Paranın imparatorluğunun tarihteki tüm imparatorluklardan büyük olduğu bir dünyada ben ve Hüseyin toprak ananın kucağında otururken bile aç kalan iki Afrikalı gibi şansa dair umutlarımızı yarınlara savurmuş gidiyoruz.

Umutların olmadığı her yer Afrika’dır. İnsanların hak ve söz sahibi olması gereken en yaşamsal konuların başında gelen gıda üretimi ve dağıtımı az sayıda küresel şirketin kontrolüne ve egemenliğine terk edildiği bir dünyada yaşıyoruz.

Kendi yarattığı yapay krizlerin bedelini tüm insanlığa ödettiren egemen emperyalist güçler, yoksul ülkelere diyor ki, "Siz buğdayı pahalıya mal ediyorsunuz. Üretmeyi bırakın, daha ucuza bizden satın alın."

Hüseyin Çil’in hayalleri ve umutları çil yavrusu gibi etrafa savrulmuş durumda. Ne yapıyor, ne ediyor bir türlü hayal ve umutlarını bir arada tutamıyor, tıpkı iki yakayı bir arada tutamadığı gibi.

Ama Hüseyin çok iyi bir roman okuyucusudur.

Okuyucularımın içinden en kibar eleştiriyi yapan, bir o kadarda sevincini gözlerinden parlayan ışıkla ifade eden Hüseyin, “Cüneyt abi, senin romanını okuyunca yeminle duygulandım. Orada kardeşlik, barış, birlik mesajları hoşuma gitti. Orada Türk askerinin bölge halkına yaptıklarını gözlerimin önünde canlandırdım, kendim yaşamış gibi oldum. Dedimkine var ya, Cüneyt abi de çok yoksulluk çekmiş hayatında. Bunu anladım abi.”dedi.

Örselenip incindiğim, yüreğimin fazlasıyla sancılandığı, dokunulduğunda gözlerimden boncukları akacağı bir günde çağırdım Hüseyin’i, ‘gel seninle bir röportaj yapalım Hüseyin’im” dedim. Hüseyin’in gözleri fal taşı gibi açıldı.

“Vallaha mı Cüneyt abi..” dedi.

Vallaha, sen işlerini toparla yapalım şu röportajı dedim. Randevulaştık, randevu saatine geç gelse de Hüseyin’le makam odasında röportaj yapmaya başladım.

 

Röportaja başlarken Hüseyin’in yüreğine heyecan bastı. Başbakana soru sorar gibi Hüseyin’e soru sordum. Çocukluğundan başlayarak anlat hikayeni Hüseyin dedim.

“Cüneyt abi ne anlatıyım. Çocukluğumu hiç yaşamadım ki… Eğitim alamadım. Üniversite okuyamadım yoksulluktan. İlkokulu zor bela okudum abi. Hani ‘ev temeli sağlam olmayınca ev çürük olur’ derler ya öyle işte abi. Babamın maddi durumu olmadığından bana ve kardeşlerime bakmakta zorlanıyordu.”dedi.

Peki köyde hiç aşık oldun mu ve ilk aşkın kimdi?      

            “Oldum abi hem de çok kötü aşık oldum. İsmi Gülbahar’dı ama hiç onu sevdiğimi öğrenemedi. O başkasını sevmiş, birlikte olmuş, sonra bir sürü şeyler yaşamış abi.”

            Gülbahar şuan şu kapıdan gelirse, her şeye rağmen onu affeder, kabul eder misin Hüseyin?

            “Kabul eder, affederdim abi. İkinci aşkıma açıldım ama o da çok parayı severdi olmadı be abi. Var ya onun düğününde öldüm, öldüm dirildim Cüneyt abi. Müşavir olmak, evlenmek, aşık olmak istiyorum. Ailem sürekli Hüseyin senin sonun ne olacak deyip duruyor abi” dedi. 

            Hüseyin’in yüreğimi en çok burkutan şu sorusu oldu.

            “Cüneyt abi, çaresizlik nedir bilir misin? Şuan da benim ailem çaresiz çünkü üç tane erkek kardeşim bekar, onlar kız bulamıyorlar ne yapacaklar bilmiyorlar ama telefon da konuştuğumuz zaman hep onlara teselli veriyorum. Allah'ım bizleri böyle imtihan ediyor diyorum.

Siz yinede namazınızı kılıp Allah'ımdan yardım isteyin çünkü Allah çaresizler ve ümitli insanlarla beraberdir diyorum ama telefonu kapattığımda gözyaşlarına boğuluyorum abi.  Allah'ımdan her zaman yardım istiyorum ben ve ailem çaresiz ama ümitsiz değildir çünkü ümitsizlik haramdır.

Çaresiz ve ümitsiz bir şekilde hem hastanede tedavi görüyorum, hem de dosta düşmana karşı ayakta durmaya çalışan şerefli ve gururlumla yaşamaya çalışıyorum abi. Allah razı olsun, bu işyerinde en bana çok sahip çıkan, değer veren Mushin abi, ben hastayken bana çok sahip çıktı. Hala çıkmaya devam ediyor” dedi.

Evet işte bizim Hüseyin’in hikayesi böyle. Her hayatın hüzünlü bir hikayesi olduğu gibi Hüseyin’in de bir hikayesi ama üç hayali vardır. Ekmek sahibi olmak, evlenmek ve sağlığına kavuşmaktır. Tüm kalbim ve sevgimle Hüseyin’in hayallerine kavuşmasını Cenab-i Allah’tan dilerim.

Bu Ankara’da kim bilir loş ışıklarının altında açığa çıkmayan, bilinmeyen nice hikayeler vardır.  

Bu hikayelerin hüzünle son bulmaması için hiç şüphesiz ki, evrensel adaletin, eşitliğin, vicdan, adalet duygusunun egemen olması ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin ortadan kaldırılması lazım.