Köşe yazarlığının duayeni, Zaman gazetesinin usta kalemi, gönüller insanı Hüseyin Gülerce'yi çok severim.

Her şeyden evvel abimdir.

Ben ona 'Hüseyin abim' derim, o da bana sağ olsun 'Salih kardeş' der.

Anadolu'da bir söz vardır ya hani, 'Allah başımızdan eksik etmesin' diye; arada bir bu sözü dua niyetine Hüseyin abim için terennüm ederim.

Çünkü fitneye, fesada, tefrikaya karşı birliğin, birlik olmanın her daim yanında duran adam gibi adamdır.

Naçizane 'kardeşi' olarak bir hususu vuzuha kavuşturmasına vesile olmak isterim.

Telefonla da konuşabilirdik ama malumunuz kalabalıklar önünde serdedilen sözler tenhalarda vuzuha kavuşmaz.

Hüseyin abim, Afyonkarahisar'daki facia hakkında geçen gün şöyle yazdı: 'Terör saldırılarına verdiğimiz şehitlerin ardından bu olay, ister istemez bir kazadan çok, terörü akla getirdi. Endişeleri artırdı. Şüpheler koyulaştı. Terörün ardındaki ülkelerin istihbarat örgütlerini, Suriye'yi, ajanlarıyla içimize elini atan İran'ı hatırlattı..'

Gördüğünüz gibi 'olağan şüpheliler' listesinin başına son günlerde ulusça şeytanlaştırmaya çalıştığımız İran'ı yerleştirdi...

'Dindarlara' karşı matine-suare psikolojik harp teknikleri uygulanan 28 Şubat sürecinde, 'Mollalar İran'a' sloganı atılıyordu.

Ergenekon soruşturması sayesinde kimlerin işlediğini öğrendiğimiz o 'faili meçhul cinayetler' de şappadak İran'a bağlanıyordu.

Kimi zaman da senkron tutturamıyorlar; önce İran'ı katil ilan edip, sonra cinayet işliyorlardı.

Son günlerde İran hakkında yine 'müthiş' bir kampanya başlatıldı.

En komiği de şu İran ajanları muhabbeti. CIA Başkanı Petraeus'un İstanbul'u ziyaret arifesinde medyaya servis edilmişti hani.

Yahu o köy korucularına soru soran İran ajanlarını Aksaray'a bırakın, yolu bulup Taksim'e çıkmayı başarırlarsa, ben bir şey bilmiyorum.

Bunca manipülasyondan maksat nedir?

'Saddam menzili İstanbul'u vuracak kadar korkunç 'kıyamet topu' üretti, komşusu Kuveyt'i işgal ettiği gibi bütün komşularını bir bir işgal edecek' diye diye Irak'ın işgal edildiğini unuttuk mu?

Tamam anladık, İran, Suriye konusunda ilkeli davranmıyor.

Devrimin temel ilkelerinden olan müstekbirlere karşı mustazafların yanında durmaya riayet etseydi, 'Esad mezalimi'ne en çok kendisi karşı çıkması gerekirdi.

Neylersiniz ki, jeopolitik veya reelpolitik çıktı mertlik bozuldu.

İran sorumsuz, İran mezhepçi, İran şu İran bu da, ne olacak peki? Daha evvel sormuştum yine sorayım: İran'la savaşalım mı?

'İsrail terör devleti' kafaya taktığı üzre İran'ı vuracak da, Türkiye efkarıumumiyesi, 'Oh olsun, hak etmişlerdi..' mi diyecek?

Bunca canhıraş gayret, bunca tezviratla oluşturulmaya çalışılan heyula bunun için mi?

Diyeceksiniz ki, adı 'İrancı'ya çıkmış dünün 'radikal İslamcıları' bile bugünlerde sabah akşam İran'ı şeytanlaştırmakla meşgulken, Hüseyin Gülerce'nin onlara nazaran çok daha masum ifadesine niye takıldın?

Çünkü...

Hüseyin abim ilkelidir; feraset sahibidir.

Çünkü İran ve Osmanlı coğrafyası ne zaman kapışsa İslam'ın düşmanlarının kazandığını herkesten daha iyi bilecek tarihi şuura sahiptir.

Pers veya Farisi düşmanı da değildir.

Çünkü ırkçılığın açık yahut örtük hiçbir türüne zerre miskali prim vermez

Şia veya Şii alerjisi de olmaz, olamaz.

Çünkü şu ana kadar yazıp çizdiklerinden, 'Mezhepçilik ve mezhebî siyaset ümmeti parçalar, birbirine düşürür ve tüketir. Mezhepçilik yerine -her grubun farklı mezhep inançlarını kendilerine bırakıp- ortak İslam imanında kardeş olmaya bakmak gerekiyor.' (23 Ağustos 2012, Yeni Şafak) diyen Hayrettin Karaman hocamız gibi düşündüğünü biliyorum.

O halde...

Afyonkarahisar faciasını İran'la irtibatlandırmanın anlamı ne; bi zahmet şu 'kardeşine' açıklar mı?

(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)