Araştrımacı yazar merhum Uğur Mumcu, bir konferansında, Türk ne demektir, Türk vatandaşı kimdir şeklinde espirili bir ifadeyle, Türkiye’deki Hukuk Sisteminin tarifini yapmıştır. Konuşmasında, Türk vatandaşı, İsviçre  Medeni  Kanununa göre evlenen, İtalyan Ceza Yasasına göre cezalandırlan, Alman Ceza Muhakemeleri usülü yasasına göre yargılanan, Fransız İdare Hukukuna göre idare edilen ve İslam Hukukuna göre gömülen kişidir. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, Mumcu’nun isimlerini belirttiği Avrupa ülkelerinden, Hukuk sistemimiz  tercüme edilerek oluşturulmuştur. Adı geçen ülkeler, yaklaşık altmış milyon insanın öldüğü ve ülkelerinin yerle bir edildiği İkinci Dünya Savaşından sonra, ekonomileriyle birlikte Hukuk Sistemlerinde gerekli reformları yaparak, toplum şartlarına göre geliştirmiş ve değiştirmişlerdir. Avrupa ülkelerinden alıp uyguladığımız Hukuk Sistemi, ölçülerinin toplumların yapıları açısından farklı olduğu, en başında vücut yapımıza uymadığı, daha doğrusu bol geldiği için, yıllardır yapılan bir çok değişikliklere rağmen, bugün Avrupa ülkelerinde uygulanan caydırıcı, birleştirici, toplum huzurunu sağlayan, demokrasiyi yaşatan, güvenilir bir hukuk sistemine ulaşılamamıştır. Avrupa birliğine uyum sağlamak için, Avrupa hukuk sisteminden uyarlanarak,  2002 den beri parça parça yapılmaya çalışılan değişiklikler, Hukuk Sistemimizi arzu edilen seviyeye getirememiştir. Kopyalayarak, ülkemize taşıdığımız  Avrupa Hukuk sisteminde, ülkemizdeki gibi otuz beş yıl  süren bir icra davası ve on yıllarca devam edip karara bağlanamayan,  milyonlarca sayıda dava dosyalarının olduğu bir Hukuk Sistemi yoktur.

İngiltere’de bulunduğum süreçde takip ettiğim, İngiliz Hukuk Sisteminden bazı örnekler vererek, ülkemizdeki Hukuk Sistemini yüzeysel olarak karşılaştırmaya çalışacağım. 2012 yılında, bir İngiliz banka müşterisi mahkemeye başvurarak, bankalar’ın Hayat Sigorta Poliçesi yaptırmadan kredi, kredi kartı, vermediklerini iddia ederek dava açtı. Mahkeme üç ay içinde bankalar’ın yaptığı bu uygulamayı haksız bularak, 10 yıl geriye dönük tahsil edilmiş bütün poliçe bedellerinin, müşterilere iadesine karar verdi ve kararı bütün bankalara gönderdi. Bankalar aracı şirketler vasıtasıyla veya bizzat başvuran müşterilere, aldıkları bütün poliçe ücretlerini hesaplayıp iade ettiler. Son ödemeler geçen yıl sonunda bitti. İngiliz bankalarının, bu işlemlerden müşterilerine iade ettikleri  meblağ yaklaşık 36 milyar (otuz altı milyar) Sterlindir.

Ülkemizde de benzer bir hadiseden örnek vererek, ülkemizde Hukukun nasıl işlediğini görelim. 2013 yılında Rekabet Kurumu, Kamu ve özel olmak üzere, 12 bankanın aralarında anlaşarak, yüksek faiz uyguladığını tespit edip bankalara ceza vererek, bankaların aldıkları yüksek faiz farkını, müşterilere iade edilmesi gerektiğine karar verdi. Bu karar sonrası uygulama şöyle gelişti. Kredi kullanan yaklaşık yirmibeş milyon kişi, fazla ödedikleri faizi geri  almak için, mahkemelere kişisel dava açmak zorundadır. Mağdurlar yıllarca mahkemelerle uğraşmak istemediği için, önemli sayıda başvuru olmadı, başvuranların davaları da bankaların yaptıkları itirazlar nedeniyle yıllardır  hala sonuçlanamamıştır. Kredi kullanan herkesin baş vurduklarını varsayalım. Bir anda yirmibeş milyon mahkeme dosyası oluşacak ve davalar, Mahkemeler ile Yargıtay, İstinab arasında, itiraz sistemi devreye girerek, yıllarca sürüp gidecek ve yıllarca sonuçlanamayacaktır. 2013 yılından beri açılan davaların hala sonuçlandırılmaması bunun açık örneğidir. Rekabet Kurumu, İngiltere’deki gibi mahkemeye başvurup, aldığı nihai kararı  uygulayıcı bankalara gönderecek olsaydı, sorun bir tek mahkeme dosyası ile  çözülmüş olacak. yirmi beş milyon dosya  açılmayacak ve hukuk gereksiz yere meşgul edilmeyecektir.

12 yıl bulunduğum İngiltere’den bir örnek daha vermek istiyorum. Çeşitli vesilelerle beraber olduğumuz  İngilizler araç kullanacaklarsa, müsaade edilmiş promil dışında asla alkol almazlardı.  Çünkü, İngiltere’de kişi alköllü olarak, ölümlü veya  yaralı bir kazaya sebebiyet verirse, ehliyeti iptal edilir, hapis cezası alır, sigorta şirketi tazminat ödemez, hükmedilecek milyonlarca Sterlinlik tazminatı kendisi öder. İşte kanunların caydırıcılığı budur. Ülkemizde, kişi ayakta duramayacak şekilde alkollü araç kullanıp bir iki kişinin yaralanmasına, ölümüne sebebiyet veriyor, bir kaç yıl süren yargılama sonucu, bakıyorsunuz kişi dışarda dolaşıyor gene araç kullanıyor. Ülkemizdeki mevcut kanun ve uygulamaların  suçu caydırıcı etkileri yoktur.

Ülkemizden örnekler vermeye devam edelim. Zaman zaman, bazı suçlulara eylemleri sonucu cezalar verildiği medyaya yansımaktadır. Verilen karar, maşeri vicdanı yaralayan bir karar ise, Sosyal Medyada tepki görerek, kısa sürede bir kamuoyu oluşturulunca, suçlu hakkında verilmiş kararın, bu defa tam aksi karar verilmektedir. Eğer ilk verilen karar doğru idiyse, ikinci kararın  tersi verilmemesi gerekirdi. Eğer ilk karar yanlış idiyse, soyal medya baskısı olmasaydı o yanlış karar  uygulanarak, telafisi olmayan, büyük bir haksızlıkla kişi mahküm edilmiş olacaktı.

Konuyu başka bir örnekle biraz daha açalım. Geçen yıl, içinde hamile bir kadının bulunduğu araca yapılan fiziki saldırı olmuş ve günlerce medyada gösterilmişti. Fail şikayet üzerine tutuklandı, Savcı yürürlükteki kanunlara göre, 25 yıl hapis cezası istemiyle dosya hazırlayıp dava açıldı. Fakat, bu eylemi için yirmi beş yıl ceza istenen kişi, yaklaşık yirmibeş gün sonra serbest bırakıldı. Savcı ve Hakim, mevcut olayda, yazılmış kanun metnine göre karar vermektedirler. Savcı önündeki yazılı kanun maddesine göre, bu suça 25 yıl ceza verilmesi gerektiğine hükmetmiştir.  Hakim ve Savcının önündeki kanunun maddesi aynıdır. Peki nasıl oluyorda aynı eylem için Savcının 25 yıl ceza verilmesi gerektiğine hükmettiği bir davada Hakim suçluyu 25 gün sonra suçsuz buluyor. Aynı kanun maddesi üzerinde bu kadar farklı kararlar verilmesi Ülkemizdeki Hukuk sisteminin yanlış olduğunu göstermekte, bu ve benzer uygulamalar bugün Adalete olan güven endeksini yüzde onun altına düşürmüştür.

Hukukta köklü reformlar yapılmalıdır. Kanun düzenleyicinin çıkardığı kanunlar, açık ve net tarifi yapılarak oluşturulmalı, nokta virgül unsurlarıyla değişik yorumlar ve şahsi kanaatlere göre Hakimler değişik kararlar verememeli. Hakkari’deki, Edirne’deki, Giresun’daki, İzmir’deki Ankara’daki İstanbul’daki binlerce Hakim, aynı olayda aynı kararı vermek zorunda olmalı. Eğer aynı olayda aynı kanun maddesi üzerinde mahkeme ve Yargıtay Hakimleri birbirinin aksi kararları veriyorlarsa. Kanun maddelerinin yazılışında ve dolayısıyla Hukuk sisteminde bir hata vardır.

Milyonlarca devasa dava dosyalarının bulunduğu bu sistemde dosyalar, Mahkemelerle Yargıtay arasında, tahteravalli gibi yıllarca gidip gelmekte ve yıllarca sonuçlanamamaktadır. Binlerce defa aynı kararların verildiği benzer dosyalar üst mahkemelere gönderilip sistem kilitlenmektedirM. Avrupa mahkemelerinde her dava üst mahkemelere gönderilemez şartları vardır. Hukukta değişiklikler yapılması kapsamında Yargıtayın iş yükünün hafiflemesi ve dava sürelerinin kısaltılması amacıyla İstinaf Mahkemeleri kuruldu, personel artışı sağlandı, Sistemde bir iyileştirme yapılamadığı için beklenen netice gerçekleşemedi. Geçen yıl yapılan  değişiklikler arasında, Hukuk Fakülteleri beş yıla çıkarıldı. On yıla da çıkarılsa sisteme bir katkı sağlayamıyacaktır. İngiltere’de Hukuk Fakülteleri üç yıldır, fakat hukukuna Dünya güveniyor. Yukarıda bahsettiğimiz değişiklikler beklenen faydayı  sağlayamamıştır. Sonuç olarak, bugünkü mevcut Adalet kadrosu üç misli dahi arttırılsa, milyonlarca dosyası olan bu sistemde, davalar zamanında bitirilemez ve gerçek anlamda bir Adalet sağlanamaz. Adaletin temel sorunu sistem sorunudur.

Beşir Acar

Emekli Banka Yöneticisi  E-mail [email protected] Tlf 0533 669 23 32  00447951843439