Kıbrıs’ta Varoluş Hareketi’nin Cumartesi günü gerçekleştirdiği eylem sadece Rumları değil, birçok Kıbrıslı Türkü de rahatsız etti nedense.

 

Şaşırdık; Hareketin tepkisi Hrisostomos’un sözlerine… mesaj da yerine ulaştı, onların derdi ne anlamak mümkün değil.

 

Başpiskopos 2. Hrisostomos ve Rum siyasileri haklı görmenin, yani çocuk yaşta adaya gelen, burada evlenen, çocuk, hatta torun sahibi olan insanların geri gönderilmesine sıcak bakmanın insan haklarıyla bağdaşır bir tarafı yok.

 

Burada çalışmış, yatırımını buraya yapmış, buraya alışmış, burayı vatan bilmiş bu kişiler. Türkiye’ye gönderseniz sudan çıkmış balık olacaklar. Ki dünyadaki vatandaşlık kriterlerine bakmak, biraz da olsa incelemek yetecek 40 yıldır bu adada yaşayanları geri göndermenin vicdani yönünü bir tarafa bırakalım, hukuki açıdan da imkansız olduğunu.

 

Sadede gelelim; Cumartesi günkü eylemin ardından, Türkiye’den gelip KKTC vatandaşı olmuş, “yerleşikler” olarak adlandırılan kişilere Hrisostomos’un neden “gitsin” dediği bir BM yetkilisinin sözleriyle anlaşıldı. Şöyle dedi eylemden sonra görüştüğümüz yetkili; “Ben bu eyleme şaşırdığımı söylemeliyim. Masada hiç Türkiye’den gelenler kalsın denmediği gibi, tam tersine sayıları fazla gösteriliyor ve gitmelerini istediklerini çekinmeden söylüyorlar. Rumlardan daha çok Kıbrıslı Türkler rahatsız bu konudan! Dolayısıyla eylem bizi çok şaşırttı. Bu düşüncede olan Kıbrıslı Türklerin varlığından haberdar değildik.”

 

Bu sözler üzerine, Kıbrıslı Rum lider Glafkos Klerides’in kızı Keti Klerides’in geçtiğimiz günlerde yaptığımız mülakatta söyledikleri geldi aklıma. O gün şaşırdığım sözleri, BM yetkilisinin anlattıklarıyla birleştirince taşları yerine oturttum. Hrisostomos’un sözlerini hatırlattığımızda şöyle demişti Klerides: “Hrisostomos’un sözleri üzerine konuşmak istemiyorum ama bu topraklarda doğanlar ve KKTC vatandaşı olanlar adada kalacak. Zaten Annan Planı’nda da vardı bu. Şimdi Annan Planı’ndan çok farklı bir durum yok. Bunun sorun olacağını sanmıyorum. Sayılar fazla söyleniyor, halkın tedirginliği ondan. Rum tarafı zaten buna hazırladı kendini. Halkın rahatını bozmayacak bir anlaşma olmalı…”  

Belli ki KKTC’de yürütülen algı operasyonu, Rum tarafında da yürütülmek isteniyor nitekim ‘bazı’ Kıbrıslı Türklerin planı; Topu Rum’a atmak ve Türkiye’den gelenleri çözümün şartı olarak masaya koyarak, geri gönderilmelerini sağlamak!

Demokrasisinin gelişmişliğiyle övünen bu toplumun, -sözde adalet, eşitlik havarisi olan kişiler eliyle- ırkçılığın daniskasına sempatiyle bakması sadece vicdanlarda değil, hukuksal olarak da karşılık bulacak bir durum değil.

Eşini dostunu, hısımını, akrabasını, toprağını geride bırakarak, haritada yerini bulamayacağı bir adaya- şu veya bu sebepten- gelmiş/getirilmiş, zaman içinde buraya alışmış kişilerin suçu değil Kıbrıs sorununun bugüne değin çözülememesi. Yazıktır; KKTC hükümetlerinde görev alan bazı kişilerin, Türkiye’den gelenlerin en sağlam teba olduğunu, her sorunu Türkiye’yle beraber çözdüğü gerçeğini unutması, günün sonunda bu kişilere yol gösterecek tavizlere kapı açmış durumda ki; Zaten yerleşikler olarak adlandırdıkları bu kişilerin, hikâyelerini, niyetlerini, iddialarını anlama ve Rum’a anlatma çabası içinde olmadıkları gibi, köküne kibrit suyu dökme çabasındalar.

***

Bizdeki faşistlerin, KKTC sınırları içinde filtreledikleri bu konunun BM yetkilileri aracılığıyla ortaya çıkması pek şık olmadığı gibi, Başpapazın hakkını teslim etmemize neden oldu. Nerden bilelim papazın, bazı yandaş Kıbrıslı Türklere yaranmak için iyi niyetle, “Türkiyeliler dönmeli” dediğini! Görünen tablo üzerinden perde arkasını tahayyül ettiğimizde şöyle bir senaryo hiç de anlamsız olmaz: Anlaşmayı konuşurken, sayılarını fazla söyleyelim ki, bunu anlaşmanın baş şartı olarak ortaya koysunlar. Onlar gidince yerimiz genişler, gel keyfim gel!”

Özetle; 1974’den sonra adaya gelen Türkiyeliler, 1974’den önce adaya gelen Türkiyelileri rahatsız ediyor. Adada 400-300-200-100 yıl yaşamanın getirdiği alışkanlıkla Kıbrıslılık gömleğini üzerine geçiren eski Türkiyeliler, nedense 40 yılı azımsıyorlar. Oysa önce gelen-sonra gelen Türkiyeliler, bu konunun aile içi bir mesele kadar mahrem dinamikleri olduğunu idrak edebilse, daha adil ve hakkaniyetli bir sonuca gidebilecekler. Hem de mumları sönmeden…