HRANT Dink davasında verilen karar gerekten çok şaşırtıcı oldu. Ben en azından mahkemenin Ankara ve İstanbul emniyetindeki ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunmasını bekliyordum. Bu vahşi cinayetin dalı budağı oralarda aranmalıydı. Bu bakımdan yargıyı eleştireceğim.

Bunun yanında, “katil; Milli Güvenlik Kurulu’yla, MİT’iyle ve ordusuyla devlettir” şeklindeki mistik söylemi de eleştireceğim. Bu söylem adalete yardımcı olmaz, aksine “meçhul”ün sürüp gitmesine yol açar.

AİHM ne diyor?

Benim hareket noktam, AİHM kararıdır. AİHM’nin en hızlı karar verdiği davalardan biridir bu konu. Dosyadaki delilleri ve evrensel hukuk kurallarını sıralayan AİHM, diyor ki:

- Dink’i korumaktan sorumlu İstanbul emniyet görevlileri, suikast konusunda kuvvetli ihbarlar olduğu halde, “etkin koruma” sağlamamışlardır. Dink’in yaşama hakkı bu şekilde ihlal edilmiştir...

- Dink’in hayatını koruma konusunda “ihmalleri bulunan makamlar hakkında etkin soruşturma” yapılmamış, bu suretle mağdurların suçluları meydana çıkarma konusundaki “etkin başvuru hakkı” da ihlal edilmiştir...

Davanın seyrine işte bu iki bu noktadan hareketle bakmak gerekir.

Suçun niteliği?

Hrant Dink’e suikast yapılacağını Trabzon emniyeti ve jandarması öğrenmişti. Emniyet bunu İstanbul ve Ankara’ya bildirerek görevini yapmıştır. Fakat Trabzon İl Jandarma Komutanı hiçbir işlem yapmamıştı! Bu yüzden yargılanarak “ihmal” suçundan mahkûm oldu.
İstanbul’da ilgili emniyet görevlileri hakkında idari soruşturma açıldı fakat Bölge İdare Mahkemesi, görevlileri suçlamak için delilleri yetersiz buldu... Başbakanlık Teftiş Kurulu ise hem Ankara’da hem İstanbul’da Dink’i koruma konusunda görevlileri “kusurlu” buldu... İş orada kaldı! Sorun buradadır.

Mahkeme son kararını açıklarken, idari soruşturmaların sonucu ne olursa olsun, bunlar hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmalıydı. AİHM kararının çıkmış ve yeni iddiaların da ortaya atılmış olması bunun için yeterliydi. Dahası, teker teker ele alındığında “görevi ihmal” olarak görülen fiiller, yani Dink’in korunmaması, adli soruşturmada topluca bakıldığında “ihmal”i aşan suçlar olarak tanımlanabilirdi, veya sadece ihmal olduğu anlaşılırdı.

Soruşturma eksik kaldığı için derin devlet kuşkuları şiddetle devam etmektedir.

Onun için çok temenni ediyorum ki Yargıtay, mahkeme kararını bozsun ve soruşturma genişletilsin...

Mistik tasavvurlar

Dink’in gerektiği biçimde korunmamış olması gerçeği, “ihmal” suçu mudur? “Ölüme sebebiyet vermek” türünden bir suç mudur?
“Ergenekon” türünden bir suç mudur?..

Bu ancak soruşturmanın genişletilmesiyle anlaşılabilirdi. Bu yapılmadığı için, Dink’i öldüren “aygıt” konusunda şimdi bakın ne deniliyor:
“Bu aygıtı, devletin içine de sızmış illegal bir yapıyla açıklamak mümkün değildir. Bu güçlü aygıt, MGK’sıyla, MİT’iyle, TSK’sıyla kurulu sistemin, yani devletin ta kendisidir!”

Dün Haber Türk’te Ece Üner’in programında Av. Fethiye Çetin “Devlet Ergenekon’u yargılıyor, demek ki Dink’i öldüren, daha büyük bir güç” diye konuştu. CNN Türk’te Cüneyt Özdemir’in programında Ufuk Uras ise “Dink’in katili Ergenekondur!” dedi!

Öyleyse Nedim Şener neden 322 gündür tutuklu?!

Meseleyi gizemleştiren, mistikleştiren bu sözlerin hukukla ilgisi yoktur, mistik siyasi tasavvurlardır! Mistik tasavvurlar heyecan veriyor ama hukuka fayda vermiyor.

Dava bitmemiştir, konuşulması gereken, Yargıtay’da ne yapılabileceğidir.

Hukuk diliyle konuşmak

Hukukun temel ilkelerden biri “delillerden sanıklara gitmek”tir. Soyut bir şablona tutkuyla bağlanıp ona göre suçlular yaratmanın nelere yol açtığının hazin örnekleri adalet tarihinde sayılamayacak kadar çoktur.

Bilhassa hukukçular hukuk diliyle konuşmalı, bu davada bundan sonra hukuken ne yapılabileceği üzerinde durmalıdır.

Yapılacak şey, AİHM’nin ortaya koyduğu “ihlal”lerden ve avukatların mahkemeye verdiği soruşturmanın genişletilmesi dilekçelerinden yola çıkarak “delillerden sanıklara” gidilmesidir, bu da Yargıtay’ın işidir artık.

Dink’in vahşice, alçakça, ilkel ırkî duygularla katledilmesine ne kadar öfke duyulsa yeridir, bu bakımdan tepkiler hem haklıdır hem gereklidir. Fakat “1915 gibi devlet Dink’e soykırım yaptı!” denildiğinde hukuku bırakıp siyasi bir kavga yapılıyor demektir. Bunun hukuka, adalete bir faydası olmaz.