MUSTAFA KÖKER

LONDRA

Hollywood yapımı Yunan filmi “Smyrna” (İzmir) Londra’da dün gösterime girdi. Kent merkezinde birkaç sinemada ve bir gün gösterilen filmde, 1916-1922 yılları arasında İzmir’de yaşananlara vurgu yapılıyor

Bazı İngiliz gazetelerinin abartılı yorumlarının aksine vasat bir film-belgesel karışımı Smyrna filmi, beklentilerin aksine ‘Türk düşmanlığı gibi anlaşılacak mesaj vermiyor. İzmir’in kurtarılışında birkaç sahne dışında ‘denge gözetilerek çekilmiş.

İşte, Londra’daki gösterimi izleyen Gazeteci Mihrişah Safa, Politikacı Yasemin Brett ve Salih Gaygusuz, Gazeteci Mustafa Köker ile Ayşe Tuğrul Colebourne'un, gözlemleri:

YASEMİN BRETT (Politikacı)

Bu filme gidebildiğime Mihrişah Safa ve Mustafa Köker’e çok tessekürler. Ayşegül Tuğrul da yanımdaydı çok sevindim.

Bir aile dramı etrafında dönen film, aşk, ayrılık, mültecilik, savaş ve kimlik konularını çok derinden olmasa bile işledi. İzmir’deki olaylar oldukça dengeli bir şekilde ele alındı ve yağmacğlarğn, çete profili on plandaydğ. Türklere bunu yüklemek gibi bir düşünce olmadığı gibi, Girit’te Türklere uygulananları da dile getirdi. Bir Türkün, hatta Yeni Türklerden birinin Rum bir hanımı kurtardığını gösterdi. Bir çok devletin arkasını döndüğü Yunan halkı sonunda bugünkü Suriye mültecileri gibi Lesvos adasından kaçmak zorunda kaldı. Yunanistan halkı bile bir sahnede kendi etnik milletine sahip çıkmadı. Şahsen gittiğime sevindim aramızda çok köprüler kurulmalı.

MİHRİŞAH SAFA (Gazeteci)

İzmir’in kurtuluşunun 100’üncü yıldönümü nedeniyle Yunanlıların çektiği  ve büyük reklamlarla tanıttığı Hollywood filmi “Smyrna” yani “İzmir” filmini izledik. Kuzey Londra’da Holloway Road’daki Odeon Luxe sinemasında sadece bir gün oynatılan 2 saati aşkın süren film, bende beklentimin çok altında, vasata yaklaşamayan bir etki bıraktı. Neden bir gün gösterildiğini daha iyi anladım. Film, İngiliz eleştirmenlerinin yazdığı, iddia ettiği gibi bir epic film asla değil. Film eleştirmeni değilim, ancak ne sinematografi, ne senaryo, ne de müzik olarak şahsen beni etkilemedi. İzmir’de  yaşayan bir Yunanlı ailenin hayatından, 1916-1922 yılları arasındaki kesintileri anlatan, “belgesel” niteliğinde olduğu iddia edilen filmde bir türlü denge oturtulmaya çalışılmış. Zannettiğim gibi kışkırtıcı değil. Filme göre Yunanlılar o dönem İzmir’de şahane bir hayat yaşamış. Balolar, davetler, operalar.

Film, Lesvos adasına gelen ve günümüzü yansıtan mülteci kampıyla başlıyor. Ve 100 yıl öncesinin İzmir’ine dönüyor.

Filmde en çok vurgu yapılan Yunanistan’ın Osmanlı vatandaşı olan İzmir’de yaşayan Yunan vatandaşlarını 1922 yılında ortada bırakması. Kralcılarla Venizeloscuların anlaşamaması. Ayrıca 1’inci Dünya Savaşında Yunanistan’ın müttefiği başta  İngiltere olmak üzere, Fransa, İtalya’nın  İzmirli Yunanlılara sırtını dönmesi, kurtarmaması. Aldıkları talimata göre parmaklarını dahi oynatmaması. Limanda bekleyen gemilerinde İzmir’in yanışını seyretmeleri.

Yunanlıların “Asia Minor” yani “Küçük Asya”dan hep kendi vatanları olarak bahsetmesi.  Türklerin ise İzmir ve Anadolu’nun asıl sahibi olduklarını filmde sık sık tekrarlaması. . Şehrin yakılmasında “ çete”lerden bol bol bahsediliyor, görüntü veriliyor. Mustafa Kemal Atatürk’ten ise sadece “ Kemal “ olarak bahsediliyor. İzmirli Yunanlılar devamlı hem Yunanistan Hükümetleri hem de müttefikleri tarafından kandırıldıklarını da sık sık filmde dile getiriyor. 1915 olaylarına da göndermeler var.

Filmin kurgusunu beğenemedim. Film,  Yunanistan’da çevrilen en pahalı film olarak tanıtıldı. Bütçesi 5 milyon dolar. Bu rakamla nasıl bir yapıt ortaya çıkar, siz hesaplayın..  Türk aktör Burak Hakkı, filmin merkezindeki Yunanlı ailenin yanında doğup büyüyen, şöförlüğünü yapan  babasıyla onların evinde yaşayıp, çalışan bir Türk rolünde. Aileyi koruyup kollasa da, kendi vatanında köle gibi yaşamanın sıkıntısında . İzmir’In kurtuluşundan yana. Sonunda da Türk ordusuna asker olarak katılıyor. Evin hanımına da aşık.

Başrol oyuncusu Yunanlı aktris Mimi Denissi, rolüne oturmuş. Sevecen bir aristokrat kadını “Filio”yu canlandırıyor. Baltacı Ailesinin de ana karakteri. Türklere sıcak kanlı yaklaşıyor. İzmiriI çok seviyor.

Fİlmin sonunda ailesinin tümünü kaybeden Filio’yu ,  O’na aşık Türk askeri rolündeki Burak Hakkı kurtararak, gemiye bindiriyor.

Sinirimiz bozulacak beklentisiyle girdiğimiz sinemadan, “ korktuğumuz gibi çıkmadı” duygusuyla ayrıldık. Görmeyenler fazla  bir şey kaçırmadınız. İyi ki gidip gördük. Fikrimiz oldu.

Böyle hikayeleri biz neden yapamayız, neden dünya sinemasına sokamayız anlamış değilim. Şunu bir kere daha gördük ki “ savaş “ her şartta çok korkunç.. İnsanlığın bittiği nokta.

MUSTAFA KÖKER (Gazeteci)

Doğrusu arkadaşlarla sinemaya girerken ‘yine Türk düşmanlığı yapılacak’ endişesi taşıdığımı söylemeliyim. Ancak, filmde İzmir’in Yunanistan tarafından işgal edilmesi öncesi hayatlardan yola çıkılarak, işgal dönemi ve Türkiye’nin geri alması sürecinde yaşanan ‘vasat’ diyebileceğim bir hikaye olarak karşıma çıktı.

Türk oyuncu Burak Hakkı’nın rol aldığı film, 5 milyon dolarlık dev bir bütçe ile yapımı olmaktan uzak. Yunanları ve Türkleri incitmemeye özen gösterilmiş; yarı belgesel tarzında vasat bir film diye tanımlanabilir.

Türkler ve Türk askerini aşağılamamaya özen gösterilerek, her iki tarafa da mavi boncuk dağıtmış yapımcı. 1915 olaylarına vurgu yapılması ve son sahnelerde papazın Türk çeteleri tarafından öldürülmesi sahneleriyle Yunan ve Ermeni izleyici mutlu ediyor. Özellikle papazın ölüm sahnesi ile de Türk çeteciler ‘barbar’ olarak gösteriyor.

Filmi izleyemeyenler ‘kaçırdım’ diye hayıflanmamalı, çünkü sıradan bir film.

SALİH GAYGUSUZ (Politikacı)

Birkaç gündür youtube kanallarında Smyrna filminin özet bölümleri altında yazıları takip ediyor yazılımlara katılıyordum, Ermeni Yunan ve farklı ülkelerde yazılan yazılar tamamen Soykırım (Genocide) üzerineydi, bu yazılımlara karşı ne kadarda bunun soykırım olmadığını

Sadece savaş ortamının yarattığı karşılıklı saldırı sonucu can veren insanlar olduğunu sakin yazılım tonuyla yazmama rağmen, üzerime saldırı çekmeye başladım, belliki bu kişiler mezu ne olursa olsun Türklere karşı nefret kusmak için kurgulanmış.

Benim izlediğim kadarı ile Burada aslolan insanların Genocide (soykırım) kelimesinin anlamını bilmemesinden ileri gelen, düşünceleri sadece saldırmak olan bir gurubun

Sanki yeminli olarak Türk düşmanlığını sürdürmesidir,

Halbuki filmin içerisinde dahi soykırımı yansıtan bir görüntü söz konusu değildi.

Filmin başlangıçta en fazla bölümü İzmir’de Yaşayan Sosyete Yunanlıların yaşam tarzları ve Türkiyeyi karalama amacıyla yapılan filmi biraz olsun hafifletip Hoollywoodlaştırmak için eklenen aşk hikayeleri vs.

Son 15-20 dakikada senaryo tamamen değişiyor, Yunanistan’ın harbe katılma kararı ile saldırılar başlıyor, Cepheden İzmir’e dönen Yunan askeri cephedeki Yunan ordusunun dağıldığını yenilgiye uğradığını bildirmesi üzerine İzmir’de yaşayan Yunan halkı ve yabancılar İzmir’i terk etmeye karar veriyor.

Senaryonun en ilginç tarafı ise Türk askerinin hiçbir karede Yunalıların veya yandaşlarının iddia etti gibi katliam girişiminde bulunmadığı göz önüne sergileniyor, aksine Türk askeri

Yunanlı tanıdığı bayanın hayatını kurtardığı filmde yer alıyor, Yunanlılara karşı saldırı yapanların sadece savaş ortamının yarattığı farklı çetelerden oluştuğunu filmde izleyebiliyoruz.

Çekinerek gittiğimiz bu film sonucunda hiç Türk düşmanlığı izlemedik dememiz doğru tesbit oduğunu düşünüyorum, katliam girişinde bulunan yağma yapanların Türk askeri değil farklı çetelerin olduğu net olarak izleniyor.

AYŞE TUĞRUL COLEBOURNE (Tercüman)

İzmir’in kurtuluşunun 100’üncü yıldönümü nedeniyle Yunanlıların çektiği  “Smyrna” bizde “İzmir “ filmi arkadaşlarla seyrettik. Gerçekten senaryo çok kopuk akıcı olmayan vasat bir filmdi. Bir kaç yıl öncesi mülteci kampında başlıyor ama tekrar başlangıca geri dönüş olmuyor. Sonunda da ölüm ve göçmen sayıları verilerek film bitiyor. Ben film eleştirmeni değilim. Ama bir seyirci olarak beğenmedim. Film, yemek kitabı diye anılarını yazan Osmanlı Yunan aristokrat kadının torununa günümüz mülteci kampından bu günlüğü oku deyip sonra bizi 100 yıl öteye götürmesi ile başlıyor. Filmin ana karakteri orta yaşlı sosyetik iyi kalpli kadın, Tüccar Zeytinyağı üreticisi Yunan milliyetçi eşi,  kızları, oğulları ve hizmetçileri 1915-1923 arasındaki dramatik olayları anlatıyor.Yaşamlarını partiler operalar ile geçirirken hizmetçilerini aile ferdi sayıp ama oğlunun hizmetçi ile ilişkisini aşk kabul etmeyip, kızının zengin Amerikalı ile ilişkisini aşk sayan aile draması gerçekten çoğu olaya tarafsız bakıyor. Kendisine aşık olan Türk hizmetçisinin oğlunun onu sonunda kurtarması ve Türk hizmetçi beyle babasının çeteler tarafından öldürülmesi de dikkat çekiçi olmuş. Bir de ortadoks papazın çetelerce hunharca öldürülmesi çok etkili ben gözlerimi kapattım.Ayrıca Yunanistan’da yunanlı olarak kabul edilmeyip alınmamaları, zira Osmanlı kimlikleri var ve Anadoluda yaşıyorlar çok iyi vurgulanmış. Bence belgesel hiç değil hem yunanlıları, çeteleri hem müttefikleri eleştiriyor. Sadece sinirime dokunan bölüm ikide bir İzmir’in hep Yunanlılara ait olduğunun sıklıkla altının çizilmesi. Türkler 1071 yılında Anadoluya gelmişler 1422 den sonra da İzmir hep Osmanlı imparatorluğunun bir parçası olmuş. Mustafa Kemal Atatürk’ten sadece Kemal diye bahsedilmesi de ilginç olmuş. Mihrişah Safa, Mustafa Köker ve Yasemin Brett’e de çok teşekkürler. Birlikte seyretmemiz hoş oldu. Salonun yarısı boştu. Savaş çok kötü bir şey gerçekten umarım hiç bir zaman ülkemizde çıkmaz.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DÜNYA PLATFORMU’NUN FİLMLE İLGİLİ AÇIKLAMASI

4 Aralık'ta İngiltere’de, ve 8 Aralık'ta ABD'de ülke çapında sinemalarda sadece bir gün gösterilecek olan SMYRNA (İZMİR) filmini anlatan bir cümle var. Cümlenin bir kısmı şöyle: "Aile günlüğünde, bir zamanlar Yunanlıların, Türklerin, Yahudilerin, Ermenilerin ve Levantenlerin bir arada uyum içinde yaşadığı kozmopolit Smyrna şehrinin 1922'de Türkler tarafından işgalini anlatan yaşlı bir Amerikalı Yunan kadın hakkında dokunaklı drama."

Bu aslında şöyle okunmalıdır: “Aile günlüğünde, 1919'da kozmopolit Smyrna kentinin Yunan Ordusu tarafından işgalini, köy ve kasabalardaki sivil Türk nüfusa karşı zulmünü anlatan yaşlı bir Türk kadını hakkında dokunaklı bir drama. Türkler, Yahudiler, Ermeniler ve Levantenler bir zamanlar birlikte uyum içinde yaşadılar.”

Filmin reklamı tarihsel olarak yanlış, veya hayal mahsulu… “1922'deki Türk işgalini konu alan tarihi bir film” diyor... “Tarihi olaylar ve gerçekler” işgalcinin Türkler değil, Yunanlılar olduğunu açıkça gösteriyor. Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'ndaki yenilgisinin ardından İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmiş ve parçalanmıştır...1071 yılından itibaren Türk hakimiyetine giren ve 1422 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olan İZMİR (Smyrna), 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan Kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir.