Gıda sektöründe olup bitenler hakkında ne biliyoruz ki? Daha bilmediğimiz çok şey olacak ki, sorgulamamız gereken bir kalem daha ortaya çıktı. Son on yıldır müslüman tüketicilere yönelik 'helal' serfikalı ürünler  pazarı oluştu. Daha önceden -özellikle yabancı ülkede yaşayan müslümanlar için- yapılan bu uygulama, şimdi ülkemizde de yaygınlaştı.

Gıda sektöründe üretim, devlet tarafından yapılan düzenlemelerle ve sektörün kendi içinde  birbirine sıkı sıkıya bağlı birtakım kurallarla yapılıyor. Ürünlere helal sertifikası veren kuruluşlar da bu zincire dahil oldu. Helal sertifikası almak için kuruluşa başvurmak gerekiyor.

Ama o kadar çok bu sertifikayı veren kuruluş var ki hangisi güvenilir veya doğrudur onu da bilmiyoruz.
 

Sanki başıboş bırakılmış bir sektör. Unutulmuş muydu? Türkiye'de gıda ürünlerinin helal sertifikaya ihtiyaç veya gerek duymaması 'zaten öyle olmalı'  düşüncesinden kaynaklanıyor olabilir mi?  Demek oluyor ki daha önceden yapılan güvenceler yeterli olmadı.

Hergün televizyonda, internette, sosyal medyada, kah sebze-meyve, kah et ürünleri veya içecekler hakkında çok şey dinliyoruz ve paylaşıyoruz. Genelikle gıda ürünlerinin nasıl ve hangi koşullarda üretildiği, inançlarımıza uygun olup olmadığı veya ürün içeriklerinin ne kadar insan ve toplum sağlığına zararlı olduğu konusunu içeriyor.

Bir görüntü, bir fikir ortaya atıldığında, içimizde bir şüphe oluşuyor. Gıda ürün denetlemelerinde, gıda içeriklerinde çıkan bazı 'şeyler' de adeta korku verici.
Bu şüpheyi çürütmek için tüketicilerin yapacabilecekleri fazla bir şey yok.

Yeme-içme eylemi, insanın yaşadığı kültürle ve alışkanlıklarla koşullanıyor. Kültürel koşullanmaya inanç meselesi de dahil. Bu durum gıdanın, özellikle et ürünlerinin kendi özelliğinin -içeriğinin, kalitesinin veya markasının- dışında, 'tüketiciye yönelik' başka büyük bir şeye daha ait olduğunu belirten bir sertifikaya ihtiyaç duyulması hassasiyetini de getirmiş oluyor.

Sertifikalar, sektör için önemli bir görevi üstlenmiş olarak tüketiciye farklı bir güven tescili sunuyorlar.
 

Firmalar için ise, rekabet ortamında bu sertifikayı elde etmek kritik bir avantaj ve fırsat sağlıyor. Bir yandan ürünü diğerlerinden ayıran özelliğe sahip oluyor; diğer yandan da hedef kitlesiyle kısa yoldan istediği teması elde ediyor. Ürünler laboratuvar ortamında bilimsel yöntemler kullanılarak denetleniyor. Bilim yalan söylemez; verilere göre, ürün helal mi, haram mı, tüketiciye reva mı?, ortaya çıkıyor. Markanın üzerine çöken ağırlık, gürültü patırdı, rahatsızlık ortadan kalkmış oluyor.

Helal sertifikası alamayan firmalar pazarda yer alması ne kadar sürecek?

Tövbe mi edecekler, trafik cezası gibi bir cezaları mı olacak o da tam belli değil.
 

Bir gıda ürünün helal mi yoksa haram mı olduğunu bizler nasıl anlayacağız?

Ambalajına bakarak, markasına bakarak, barkod numarasına bakarak, fiyatına bakarak mı?  Bizim ürün hangisi?
Görünen köy kılavuz istemez! 

Yüzlerce ürün arasından inanca, geleneklere ve sağlık koşullarına uygun olanı seçmek; kutsal hakkımız.

Şimdilik çıplak gözle görünenden ibaret olanı, üzerinde ne yazılıyorsa bize uygun olanı satın almaktan öte gidemiyoruz...
 

Tüketicilerin bakmasıyla olacak iş değil. Ne güneş ne gece görüş gözlüğü, ne de google gözlüğü bu helal haram gıda ürünlerine çözüm getiremiyor. Sadece çıplak gözle görülebilecek şeylerden ibaret değil. Mikroskobun görebileceği şeyleri görebilme ve tanımlayabilme gibi bir görme gücümüz olsaydı durum farklı mı olurdu?

Bilim bu konuda bize bu imkanı verir mi?

Belki de yakın gelecekte çok maceralı bir alışveriş bizi bekliyor olacak.

Kim bilir?