Türkiye’nin önüne koyduğu hedef büyük… Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sıkça tekrarlıyor. ‘Türkiye'yi dünyanın en büyük 10  ekonomisinden biri haline getirmeden, kendimizi gerçek  başarıya ulaşmış saymayacağız. Ülkemizin ihracatını 500 milyar dolara  ulaştırmadan bize rahat yok.’
Hedef somut ya da soyut bir şeyi istemektir. İnsanlar doğal olarak her şeyi isterler. İstekler sınırsızdır ama arzu edilen hedef isteklerin arasında en ulaşılabilecek olandır. Dünyadaki düzen de zaten sistematik olarak hedefe odaklıdır. Her şey hedeflenerek yapılır. Hedef varsa başarı vardır.

* * *

Amerikalılar da zaten bu yüzden "...Hayatta neyi hedeflersen, o kadarını elde edersin... Eğer hedefin 100 dolar kazanmaksa, 100 dolar kazanmakla kalırsın... Eğer 100 bin dolar hedeflersen, eninde sonunda 100 bin dolara kavuşursun..." derler hep… Amerikalıların bu sözü insanların hayallerini büyük tutmaları, küçük hedeflerle zaman harcamamaları gerektiğine de dikkat çeker. Belki hedefe hemen ulaşılamaz ama hiç değilse hedef büyük olunca büyük düşünmek zorunda kalınır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gösterdiği hedef gerçekleşmesi imkansız bir şey değil. Ne zaman gerçekleşeceğini peşinen hesaplayabilmek zor, ancak unutmamak gerekir ki arzu edilen hedefe ulaşabilmek için ilk şart insanları heyecanlandırmaktır… Bu tür hedefler, uzun vadeli yaklaşımlar, çıtayı yüksek tutmak, günlük yaşam içinde kendine yol açmaya çalışan topluma vizyon vereceği de unutulmamalı…

* * *

Öte yandan bu hedeflenen başarıyı sağlamak için ihracata yönelik performansı süratle artırmak ve küresel markalar yaratmak şarttır. Türkiye’de marka yaratmış şirket yok mu… Tabii ki var. Ancak yurt dışında Türkiye markasını yaşatabilenlerin sayısı gerçekten çok az. İlk akla gelen Türk Hava Yolları’dır sanırım. Ama dünyanın en değerli 100 markası arasında en azından üç dört Türk markası bulunmuyor. Bir çok küresel marka üretimini Türkiye’de yaptırıyor, üzerlerinde de “Made in Turkey” yazmasına rağmen marka onların, katma değerin sefasını da onlar sürüyor.

* * *

Çin son elli yılda toparlanıp hem dünya siyasetinde hem de ekonomisinde söz sahibi oldu. Çin, bir yandan küresel markalara fason üretim yapıyor, bir yandan da kendi üretiyordu. Çin ürünlerinin tek rekabet avantajı, oldukça düşük maliyetlere dayanan son derece düşük fiyatlardı. Ama artık dünya pazarlarındaki kalitesiz, taklit ama ucuz mal imajından kurtulmak istiyor Çin… Çünkü bunun Çin’i büyük hedeflere taşımayacağı anlaşıldı. Bu amaçla Çin mallarının hızla küresel markalaşması için hedefleniyor. Bu amaçla devlet destekli ‘China-Brand-Initiative’ (Çin Markası Girişimi) başlatıldı. Çin devleti bu girişimi ulusal bir proje ilan edip on-onbeş yıllık bir süre koydu gerçekleşmesi için…10 Mayıs 2018’de ülkenin hemen her yerinde bu amaçla toplantılar, konferanslar yapıldı. Batıda önde gelen ekonomi basını Çin’deki bu gelişimi ‘Çin, markanın gücünü keşfetti’ diyerek duyurdu.

* * *

Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi çok çeşitli şekillerde belirlenir. Bunlardan biri de dünya pazarlarındaki marka sayısıdır.  Dünyada sürdürülebilir rekabet uluslararası marka sayısına ve markalarının gücüne bağlıdır. Bu nedenle, bir ülkenin dünyada söz sahibi olabilmesi için uluslararası markaları olması kaçınılmaz bir durumdur. Türkiye de tabiiki bu alanda durmuyor, çaba sarf ediyor… Türkiye’nin uluslararası pazarlardaki markalarını artırmak için 2004 yılından beri ‘Turquality’ projesi ile ihracatçıya çeşitli destekler vermekte… Ama artık hızlı davranmalıyız. Bu projenin düsturu’10 yılda 10 marka’ idi. Belki de dış pazarlara açılmanın markalaşma için tek bir yöntem olmadığını düşünmeliyiz. Cumhurbaşkanının gösterdiği hedefe ulaşmak için firmalara da büyük iş düşüyor.  Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor.