HDP özünde Kürt etnik milliyetçiliğinin siyasi temsilcisi.

Dolayısıyla öncelikli olarak taşıdıkları etnik kimliğe ilişkin hassasiyetleri olan Kürt vatandaşlarımız tarafından destekleniyor ve bu geniş kitleden oy alıyor. Bir de sayısal ağırlıkları olmamakla beraber akademide, medyada, iş dünyasında bulundukları konum itibarıyla belli ölçülerde toplumsal etki gücüne sahip olan sosyalist aydınlar bu partinin destekçisi. Zaten partinin yönetiminde de bu kesimin temsilcileri sayısal ağırlıklarıyla orantısız büyüklükte bir paya sahipler. 

Birçoğu hâlâ Marksizm’i bilimsel bir çözüm kaynağı kabul etmeyi sürdüren bu aydınlarımızın Marks’ın teorisindeki sınıf mücadelesinin yerine etnik milliyetçilik mücadelesini geçirerek “Kürt siyasi hareketi”ne destek vermeleri teorik olarak tartışma konusu olmakla beraber, siyasette teorik tutarlılık en son sorgulanan konulardan biridir. Değil mi ki sanayinin hiç gelişmediği bir bölgede ortaya çıkan PKK’nın açılımı olan Partiya Karkeran Kurdistan sözünün anlamı da Kürdistan İşçi Partisi’dir. Aynı şekilde Maoculuğun revaçta olduğu zamanlarda şehir çocuklarının kurdukları örgütler de adlarında muhakkak “Köylü” sözünü geçiriyorlardı. 

Marks ve Engels’in yazdıklarını okursanız, toplumdaki etnik kimlikleri bir üst kimlik altında birleştiren “ulus devlet” milliyetçiliğinin ilerici, buna mukabil etnik milliyetçiliğin ise toplumsal anlamda gerici tutumlar sayılması gerektiğini görürsünüz. Ama bazen bilimsel teoriler de ideolojiye dönüştüklerinde tıpkı dinlerdeki gibi birbiriyle çelişen ve çatışan her türlü yoruma aynı anda kaynaklık edebiliyorlar. Çünkü artık hangi yaklaşımın doğru olduğunu anlamak için değil, bütün bu farklı yaklaşımlara meşruiyet kaynağı bulmak üzere kendilerine müracaat ediliyor. 
***

İşin teorik tarafını bir kenara bırakıp güncele bakacak olursak, bugünlerde yeniden alevlendirilen bir kampanya var. Sokakta oynayan komşu çocuklarına seslenen bir annenin şefkatiyle muhalefet cephesindeki siyasi partilere “HDP’yi neden aranıza almıyorsunuz” diye seslenenlere, “Tamam da annesi, senin çocuğun oyunun kurallarına uymuyor… Daha geçen sefer beraber yürüttüğümüz çözüm sürecini bozup devrimci halk savaşı ilan etti, Kobani olaylarını çıkardı, hendek faciasını sahneledi…” diye cevap vermek lazım. 

Buna karşılık, her şeye rağmen milletin bütünlüğünü korumayı gözeten bir yaklaşımla meseleye bakmak, -HDP’liler gereken ayrımı yapmıyor bile olsalar- bu partiye oy veren milyonların hatırına PKK ile HDP’yi ayrı yapılar olarak kabul edip buna göre davranmak doğru olan. 

Tam da bu çerçevede, HDP’nin içindeki bir kesimin savunduğu “Türkiye’nin partisi olma” hedefini veya şimdiki tabirleriyle “Türkiyelileşme” iradesini desteklemek, bu ülkede demokratik bir düzenin inşası için elzem olduğu kadar, milletin ayrıştırılmasına yönelik siyasetin zayıflatılmasına katkı vermek Türk milliyetçiliğinin de gereği sayılmalı. 

Selahattin Demirtaş’ın Meral Akşener’e uzattığı zeytin dalı bu anlamda olumlu bir adım. Burada niyet sorgulaması yapmak doğru olmaz. Ama bu siyasi hareketin kendini yeniden tanımlamaya girişmeksizin, geçmişe ilişkin en ufak bir özeleştiri vermeksizin, kendi konumunu yeni baştan belirlemeye yönelmeksizin ve bu iradesini bütün Türkiye’ye deklare etmeksizin yapacağı kahvaltı davetlerinin “bizim tabanın oyu zaten ister istemez muhalefet bloku içinde kalıyor, öyleyse bari bunun bir bedeli olsun” şeklinde bir pazarlık girişimi olarak algılanacağı da muhakkak. Kahvaltı çıkışının iyi niyetli bir girişim olduğuna inananların bunun toplum genelinde hüsnü kabul görmesi için atılması gereken adımlar konusunda HDP nezdinde de ağırlıklarını koymaları beklenir. 

***

HDP’nin öncelikle yönelmesi gereken yol etnik milliyetçiliği terk etmek olmalı. Çünkü Türkiye’deki Kürtlerin sorunlarını yalnızca tek bir siyasi partinin dert ediyor olması kabul edilemez. Bu doğru olsa HDP dışındaki bütün partiler, bazı HDP’lilerin zaman zaman dile getirdikleri gibi, “Kürt düşmanı” demektir. Bu doğru olsa ayrıca sözkonusu partilerin tabanlarını oluşturan geniş kitleler de Kürtleri bu milletin bir parçası olarak kabul etmemektedirler demektir. Bunun doğru olmadığını hepimiz biliyoruz ama eğer doğruysa zaten Kürt ayrılıkçılığı haklı demektir. Bu durumda HDP’li siyasetçilerin “Türkiye partisi olma” iddiasında bulunmamaları, onun yerine ellerine silah alıp dağa çıkmaları gerekirdi. Türkiye partisi olma iddiasında bulunduklarına göre ise etnik ayrılıkçılığı terk etmeleri gerekir. Ama her ikisini de yapamıyorlar. Ne yardan ne serden geçebiliyorlar. Etnik milliyetçilikten vazgeçmek demek Kürtlerin etnik hassasiyetlerine hitap etmekten geri durmak demek. Bunu yaparlarsa o kitlenin oyunu almayı nasıl sürdürebileceklerini kestiremiyorlar, bu bir. İkincisi, mümkün olduğunca yumuşak bir ifadeyle, PKK ile karşı karşıya gelmeye cesaret edemiyorlar. 

Şunu da söylemek lazım: HDP yönetiminde ve meclis grubunda kendilerine yer verilen “Türk sosyalist hareketi”nin temsilcileri orada bu partinin geniş kitlelere açılması, Türkiye partisi olması amacıyla değil, PKK’nın devrimci mücadelesine katkı amacıyla bulunuyorlar. Yani o kadrodan HDP’yi sahili selamete çıkaracak bir katkı beklenemez. 
HDP’nin “Türkiye partisi olmasını” veya “Türkiyelileşmesini” içtenlikle arzu edenlerin bunun için bazı riskler almak, bazı cesur adımlar atmak zorunda olduklarını kabul etmeleri lazım. 

(Karar'dan)