Hazana hüzün yakışır, nevbahara coşku!

   Hüznü kendine yakıştıran bir adamın coşkuyu hissetmesi zordur.

   Hayatının sonbaharında ilkbaharı kucaklarken insan gayri ihtiyari “acaba kaç tane daha ilkbahar göreceğim?” diye sorar.

   Bu hesabı yaptığın anda hüznün girdabına düşersin. Akıllarına “acaba kaç tane daha ilkbahar göreceğim?” sorusu düşmemiş genç insanlar hüznü katiyen anlamazlar.

   Onları coşkuya boğan da zaten bu soruyu henüz sormamış olmalarıdır!

                                                                     ***

   Eşi Alzheimer hastalığına duçar 90 yaşına merdiven dayamış, artık bütün meşgalesi onu tanımayan 50 yıllık hayat arkadaşına bakmak olan bir büyüğüm bir gün telefonda halinden haklı olarak yakındıktan sonra iç geçirdi ve “Cüneyt Bey yaşamak yine de güzel!” deyiverdi.

   Bu cümle o an beynime mıh gibi çakıldı.

   O an anladım ki:

   “Sevdiğin müddetçe/ve sevebildiğin kadar/sevdiğine her şeyini verebildiğin müddetçe/
ve verebildiğin kadar gençsin” (Nazım Hikmet)   

   90 yaşında “sevgi” uğruna savaş verdiği için yaşlı dostum, ne kadar yakınsa da, ruhunun derinliğinde biliyordu ki:  

   “Üzülme/Tek başına koşacağın/Her koşuda birincisin/Bozulma/Tek başına kaldığın zaman”
(Ümit Yaşar Oğuzcan)

                                                                     ***

   Saçlarımın apak olduğu, göbeğimi taşımanın belim için artık kocaman bir yük haline geldiği, ziyaret ettiğim yabancı şehirlerde en çok merak ettiğim mağazaların eczanelere, şahsımın ve eşimin ilaçlarını takip etmenin kendimce günün en verimli uğraşısına dönüştüğü hayatımın hazan mevsiminde görüyorum ki hâlâ birilerini sevebiliyorsan, sevmek için gayret gösterebiliyorsan beyninin içinde bir yer nevbaharın coşkusunu kucaklamaya hazırdır.

   Çimenlerin üzerinde alt alta üst üste oyun oynayan iki kedi yavrusu bir yandan da ne menem bir yaratık olduğumu anlamaya çalışan şaşkın gözlerle beni süzerken dört adet minik göz bana gençlik iksirini aktarabiliyor.

   Benim suratıma kocaman bir gülümseme kondurabiliyorlar.

   Yeter ki ben minik kedileri sevmekten vaz geçmeyeyim!

                                                                     ***

   Parkta kendi pusetini kendi itmeye karar vermiş, yürüyebilmenin ilk tadını doyasıya çıkarmaya çalışan insan yavrusu beni fark etmese de ben onu seyrederken içim sevgi ile doluyorsa anlıyorum ki:

   “Yaşamak ne güzel şey/Anlayarak, bir usta kitap gibi /Bir sevda şarkısı gibi /Bir çocuk gibi şaşarak yaşamak...” (Nazım Hikmet)

                                                                     ***

   Hayatının nevbaharında yolda seni iplemeden sere serpe kıyafeti ile etrafa gülücükler saçan genç kız hâlâ kasıklarını ağırlaştırıyorsa, bas bas bağır:

   “Beni bu güzel havalar mahvetti…/Eve ekmekle tuz götürmeyi /Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım /Hep böyle havalarda nüksetti/ Beni bu güzel havalar mahvetti.”
(Orhan Veli Kanık)

                                                                     ***

   Gövdem beni yavaş yavaş terk ederken keşfediyorum ki; kişi isterse ruh yaşlanmaz!   

   Ancak, ruhun hep aynı yaşta kalabilmesini sağlayan terkibi her gün bıkmadan ve usanmadan tüketeceksin.

   Bir kaşık “sevmeyi” bir kaşık “sevilmenin” içinde eriteceksin!

   Ancak, sevmeden sevilmeyi Allah kendisinden bile esirgemiş!

   Sevmeden sevilmek yok!

   İlla ki önce sevmek!

                                                                     ***

   Eğer insan 90 yaşında; değil kendisini, çevresindeki herhangi bir varlığı fark edemeyecek kadar hasta maşukunun günde 24 saat bakımını yüklenebiliyorsa, ona bir şey olacak diye tir tir titriyorsa; ne kadar şikayet etse de o yaptığından mutludur, mutlu olduğu için de ruhu “yaşamak yine de güzel” diyebilecek kadar gençtir!

   Ruhunu sevgiyle şişirdiğin sürece ne kadar şikayet etsen de hazanı bile yaşarken hissedersin ki:      

   “Ne doğan güne hükmüm geçer/Ne halden anlayan bulunur/Ah aklımdan ölümüm geçer/Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur/Ve gönül Tanrısına der ki:/- Pervam yok verdiğin elemden/Her mihnet kabulüm, yeter ki/Gün eksilmesin penceremden!” (Cahit Sıtkı Tarancı) 

(Yurt'tan)