Bir Halep’imiz vardı, artık boğazlarımızda yutkunamadığımız bir düğüm var. Umutlarla çıkılan bir yolda, insanlık için, onur için, Hak yolu için direnen, mücadelesinden vazgeçmeyen, tüm yalnızlıklara, tüm terk edilmişliklere rağmen duran, bekleyen, teslim olmayan bir Halep’imiz vardı. O Halep’imizi yıktılar, bizi Halep’imizden yaktılar. Yıktılar kadim şehrimizi, katlettiler sevdiklerimizi. Halep’ten geriye unutamayacağımız bir utançtan başka birşey kalmadı bize.

Kana susamışlar sevinç çığlıkları attı, kimi şampanya patlattı, kimi zulmü yakından görüp kaybolmuş insanlığını biraz daha neşelendirmek için Halep’e ışınlamayı muştuladı. Çocukların, çocuklarımızn parçalanmış bedenleri Halep’in bulvarlarına serildi. Asfalt hiç bu kadar soğuk, beton hiç bu kadar sert olmamıştı. Ateş ortasında, kış soğuğunda, açlık içinde, ölüm bataklığında bıraktık kardeşlerimizi. Ne elimizi uzatabildik ne nefesimizi yetirebildik. Katlettiler, günlerdir gecelerdir aylardır yıllardır katlettikleri gibi, küçücük bir yere binlerce canı sıkıştırıp tek tek öldürmeye başladı insanlıktan nasibini almayan vahşiler. Kurşuna dizdiler, yaktılar, patlattılar, namuslara, namuslarımıza tasallut ettiler.

Kız kardeşlerimiz, hanım kardeşlerimiz, onların kardeşleri, eşleri, babaları bir adım sonraki ölümden önce buldukları vakitte fetva aradılar, insanlıktan çıkmış barbarların tecavüzüne uğramadan önce kendilerini öldürmek için fetva aradılar...

Biz biliyoruz ki o kardeşlerimiz tertemizdirler, kirli olanları biliyoruz ve onların kiri hiç çıkmayacak.

Yıkılası dünyanın diplomasisi, dengeleri, jeopolitiği; bizi bu zulmü durdurmaktan alıkoyan neyi varsa yere batsın. Bu yere batasıca şeyleri aşamayan biz de batalım o yere zaten battık bile.

İzleyen Birleşmiş Milletler’de, bombalayan Rusya’da, kalleş İran’da, katil Esed’de değil tüm suç, gücü yetmeyen Türkiye’de, sesi çıkmayan Arap ülkelerinde, Halep’in çığlığını duymayan işe yaramaz Müslüman yığınlarında suçun çoğu. Biziz suçlunun büyüğü, zalime dur diyemeyen, günlük çıkarlar peşinde koşan, mazlumun yanında durmak için iki kere düşünen, aramızdaki ufak ihtilafları Halep’tekilerin canından önemli gören biz Müslümanlar suçluyuz. Zalim zalimliğini yapacak, yapıyor da, biz ne yapıyoruz peki? Halep için, Suriyeliler için, öldürülen çocuklar, siviller, kadınlar için ne yapıyoruz, izlemekten başka, dişimizi sıkmaktan, gözümüzü yaşartmaktan başka ne yapıyoruz? Nasıl bakacağız hesap gününde biz bu kardeşlerimizin yüzüne? Kimseyi değil kendimi suçluyorum, bu çaresizliğime kızıyorum, şikayet ediyorum çaresizliğimi Allah’a...

Hiçbir siyaset, hiçbir çıkar, hiçbir mevki ve makam insan hayatından önemli değildir. Bizim dünyamız çocukların sokak ortasında vahşice katledildiği bir dünya. Bu utanç asırlar geçse de silinmeyecek. Belki biz unutacağız, gelecek nesiller bir masal dinliyor gibi dinleyecek bugün olanları ama bu utanç silinmeyecek, Halepli çocukların çığlıkları da bölemiyorsa bu gaflet uykumuzu bir daha uyanamayalım o uykulardan.

Ama uyanacağız, içimiz ne kadar yansa da yaramız ne kadar derin olsa da uyanacağız, uyanmak zorundayız. Allah Müslüman’a ümitsizliği yasaklamış. Kur’an-ı Kerim’inde “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin” emrolunuyor. Allah’ın emrine uyacağız. Son bir Müslüman beden kalıncaya dek dünyada, ümidimizi kaybetmeyeceğiz.

Bediüzzaman, 1908’de Şam’da Emevi Camii’nde verdiği meşhur hutbesinde, “Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek gür sedâ İslam’ın sedâsı olacaktır” müjdesini verirken, önüne ümitvar olunuz şartını ekliyor. Alem-i İslam’ın o günkü hastalığını tespit ederken de ilkin ümit durağına uğruyor. En büyük hastalığımızın ye’s yani ümitsizlik olduğunu söylüyor. Şartlar ne olursa olsun ümitsiz olmayacağız. Çünkü bu hal Müslüman’a yakışmaz. Bugünkü halin yakışmadığı gibi.

Allah her şeyi gören ve bilendir. Onun kudreti, izni ve iradesi dışında yaprak düşmez. Halep’te yaşananlar hepimizin sınavı. Oradaki kardeşlerimiz istikamet içerisinde şehid olup peygamberlere komşu olurken, biz bu korkaklık içerisinde kendimizi nerede göreceğiz bilinmez.

Merhum Akif’in şiirinin bir kısmıyla bitiriyorum;

Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.' 
Davransana... Eller de senin, baş da senindir! 
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin? 
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin. 
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?