Bayramoğlu ve ötesi

Bugün 28 Şubat. 28 Şubat sürecinin önemli boyutlarından birisi YAŞ tasfiyeleri idi.

Tasfiye mantığı şöyle işlerdi:

- Biz kimsenin dini ile inancı ile uğraşmayız. Ancak, ordu içinde, bağlı bulunduğu cemaat sebebiyle hiyerarşi dışı yapılanmaya gidenler var, onları tasfiye ediyoruz.

Bu mantığı tanıdınız mı?

"Otonom güç" tanımlaması ve ardından gelen "Tasfiye" beklentisi işte tam da budur.

Cumartesi günkü Ali Bayramoğlu sütununu okuyanlar, onun, yüzüne tuttuğum aynayı izah etmek yerine, ondan ürkerek "Taşgetiren gibiler vs..." diyerek, şahsıma yönelik saldırı ve öfke kusmayla karşılaştılar...

Oysa daha soğukkanlı bir izah, daha sağlıklı olurdu.

Öfke aklı giderir, bu ölçüde olanı ise insanda sağduyu da bırakmaz.

Lütfen sakin ol, dostum!

Ne yapmışım?

28 Şubat'ta Ali Bayramoğlu'nun arkasına saklanmışım.

Bunu yazmak için insanın, gerçekten iz'an denen çizgiyi kaybetmiş olması gerekir.

Bakın o günlere?

Ne olmuş? Ali Bayramoğlu Yeni Yüzyıl'dan, Cengiz Çandar, Mehmet Barlas Sabah'tan atılmış. Andıçlanmışlar. Nerede yazacaklar?

Yeni Şafak sayfalarını açmış. Yani Yeni Şafak onlara yazma imkânı sunmuş. Yeni Şafak o güne kadar "İslamcı" hüviyetle gelen bir gazete. Liberal vs dememiş, kendilerine sayfa sunmuş. Yazılarına asla müdahale edilmemiş.

Şimdi kendilerini "liberal" ya da "demokrat" diye tanımlayan yazarlarda bir kasınma bir kasınma...

- AK Parti'nin meşruiyetini de biz sağladık. İslamcı kesimi biz koruduk. AK Parti'nin entelektüel derinliği yoktu, ona bu imkânı biz bahşettik.

Ondan sonra gelsin, diyetler.

İslami camia, Hüdai nabit bir olgu ya... Okumuş yazmışı yok ya... Her şeyi onlar biliyor ya... İslami camia ilk defa böyle badire atlatıyordu, onlar elinden tutup kurtardı ya...

Bu kibri çok çirkin buluyorum. Bu kibrin, AK Parti'nin ya da İslami camianın her farklı davranışında, politikasında, tavrında, önüne çıkarılmasını ve benim "liberal vesayet" diye tanımladığım şekilde "Sizi yalnız bırakırız haaa!" türünden çıkışlar sergilenmesini son derece sakil buluyorum.

Bu arkadaşlarımızın içinde yer aldığı Yeni Demokrasi Hareketi, doğdu battı, toplumda ne kadar karşılık buldu? Şimdi, toplumda karşılık bulmayan çizgilerini, AK Parti üzerinden devreye sokma, olmadığında da öfkeli feveranlara yönelme... Ne bu?

Cemaati de onlar yargılayacak, iktidarı da onlar yargılayacak ve her seferinde önünüze "Sizi biz savunmuştuk ya" gibisinden bir diyet hesabı sunulacak.

Bu mudur civanmertlik?

Ne yapalım yani kolumuzu kesip üzerlerine mi atalım bu diyet hesabından kurtulmak için...

Açık söyleyeyim ne Ahmet Taşgetiren ne Tayyip Erdoğan ne şu-bu cemaat, hiç kimsenin arka çıkması ile gelmedi bugüne kadar?

Ben misyonerlik konusunda MGK tavrına sahip çıkmışım.

Bunu söylüyor Bayramoğlu. Ne yazık ki, saldırısına gerekçe üretecek bir çarpıtma sergiliyor. Hele oradan, DİNK'e yönelik cinayetle irtibatlandırmaya gitmesi, öfkenin, Bayramoğlu diye tanıdığım insanı tanınmayacak ölçüde başkalaştırdığını ortaya koyuyor. Ben ki, Hrant Dink cinayetini en net biçimde kınamış bir insanım. Oradaki derin devlet bağının ortaya çıkması için çok net şeyler yazmış bir insanım.

Ama şunu da yazdım: Hrant Dink, bizdeki bir çok "soykırımcı"dan çok daha sağduyulu, çok daha toplum duyarlılıklarını gözeten bir insandı. Eminim Hrant Dink'e sorulabilseydi, sokaklarda "Hepimiz Ermeni'yiz" diye pankart taşınmasını onaylamazdı.

MGK ile ilgili olay da şudur:

Misyonerlik konusu, bir iç tehdit değerlendirmesi ile MGK gündemine alındı. Ben de özetle şöyle yazdım:

- Eğer siz, misyonerliği iç tehdit olarak görüyorsanız, o zaman, Türkiye'nin Müslümanlığını önemsiyor olmanız gerekir. Çünkü misyonerlik, toplumun İslami karakterine karşı bir eylemdir. Ama bir yandan da İslam'la sorununuz var, bu nasıl bir çelişkidir?

Şimdi de aynı düşüncedeyim. Türkiye'de devlet hem Hıristiyan misyonerliğine karşı tepki halindedir hem de İslam'ın Türkiye için ne anlam taşıdığı noktasında kafası karışıktır.

Şunu da belirtmeliyim:

Ben misyonerliği, sadece bir din tebliğinden ibaret görmüyorum. Misyonerliğin uluslar arası bir siyasi boyutu var, tıpkı Kıbrıs'taki çözümsüzlüğün bir siyasi boyutu olduğu gibi...

Tıpkı "Soykırım kampanyaları"nın bir siyasi boyutu olduğu gibi...

Ve tıpkı, 1915 öncesinde-sonrasında Müslümanlara yönelik Rus-Ermeni vahşetinin dünyaca (bizim bir kısım aydınımızca) görülmemesinin bir siyasi boyutu olduğu gibi...

Ve tıpkı Balkan göçlerinde 5 milyona yakın Müslüman'ın hayatını kaybetmesinin görülmemesi gibi...