Birçok kalem erbabı Sayın Cumhurbaşkanı Gül'ün başdanışmanı Ahmet Sever'in Ruşen Çakır'a verdiği söyleşiyi büyük bir coşkuyla karşıladı.

Hayli zamandır bekledikleri olmuş gibi havalara uçtular.

Biraz daha kaptırsalar, "Gül geliyor, Erdoğan gidiyor" diyecekleri muhakkak.

Beyhude işleri pek seviyorlar.

Şuncağızı unutuyorlar: Sayın Gül Cumhurbaşkanı'dır, Sayın Erdoğan sadece Başbakan değildir. Bu toprakların yetiştirdiği çok önemli bir siyasi liderdir.

Yanlış anlaşılmasın, bu satırların yazarı Gül'ü çok sever.

Ahmet Sever bir severse ben bin severim, o derece yani.

Ne ki, hakikatin hatırı her hatırın üzerindedir.

Tamam, Ahmet Sever'in dile getirdiği gibi Sevgili Cumhurbaşkanımız Gül bazı konularda kırılmış olabilir.

Mesela Sayın Faruk Çelik gerçekten de kırıcı konuşmuş olabilir.

Lakin...

Sayın Gül kırıldı diye "Artık zamanı geldi; Erdoğan'ın karşısına çık" demek ne demek oluyor?!

Ona bakarsanız, Erdoğan da, en azından hastalığı döneminde, kim bilir ne kadar çok kırılmıştır.

Şimdiye değin herhangi bir Ahmet Severinin herhangi bir Ruşen Çakırına kendisi adına dert yandığını işittiniz mi?

Hayır, "herhangi" kelimesini sıradanlaştırmak için kullanmadım. Bilakis Ahmet Sever de Ruşen Çakır da gayet özel insanlar.

O kadar ki, 2002'de İsmail Cem'in Yeni Türkiye Partisi'nden ikisi de milletvekili adayı olmuş, sabah akşam yollarını gözledikleri Kemal Derviş YTP yerine CHP'yi tercih edince öyle kalakalmışlardı. Neyse.

Cumhurbaşkanı Gül'ün başdanışmanı Ahmet Sever her ne kadar "bu benim kişisel görüşüm" dese de Ahmet Altan hiç öyle düşünmüyor: "Cumhurbaşkanı Gül, çok dikkatli ve 'zamanlama' konusunda ustalaşmış bir politikacı bugüne kadar görebildiğimiz kadarıyla, şimdi bu çıkışı yapması sanırım Erdoğan'ın bütün toplumda ve özellikle AKP tabanında yarattığı 'bunalma' duygusunu saptamasından..."

Ahmet Altan "İşkence ve Gül" başlıklı bu yazısında, Sayın Gül'e zamanı geldi; artık Erdoğan'ın karşısına çık demekle yetinmiyor. Onun adına oldukça tuhaf "keşiflerde" de bulunuyor: "Yapılanlardan çok rahatsız olan ama 'Erdoğan'dan başka kimi destekleyeceğiz' diye çaresiz kalan tabana 'ben buradayım' diyerek 'çaresiz' olmadıklarını söylüyor."

Bütün bunları nerden nasıl çıkarıyor; hiç kafa yormayalım, anlayamayız; biz iyisi mi okumayı sürdürelim:

"Erdoğan'ın ve çevresinin çok sevdiği 'rakipsizlik' imajını önemli biçimde kırıyor ve siyasi tabloya kuvvetli bir 'alternatif' olarak adını yazıyor. Bunu, tabanın görüşünü araştırmadan, duygularını ve düşüncelerini dinlemeden yaptığını sanmam, tabandan 'gerekli' işaret gelmiş olmalı (...) Cumhurbaşkanı Gül, sadece Çankaya'ya değil, "işkenceci ve şiddet yanlısı" bir politikanın 'panzehiri' olmaya da adaylığını koymaya hazırlanıyormuş gibi geldi bana."

Nasıl bir coşkudur bu!

"Demek ki onca Erdoğan eleştirim alternatifsizlik yüzünden heba olmayacak. Demek ki boşa yazmamışım onca yazıyı" demesine ramak kalmış.

Dedim ya köşe yazarlarımız büyük bir coşkuya gark oldu.

Öyle ki, Sayın Gül'ün bir an evvel Başbakanımız'ın karşısına çıkmasını istiyorlar.

Duygularını en kontrol edemeyeni de Can Dündar.

Uçmuş ki olursa o kadar olur: "Beklenen gün geldi (...)Ancak Köşk'ün niyeti hasıl olmuş, tepki, kayda geçmiştir./ Şimdi denklemde, bütün ağırlığıyla Abdullah Gül de vardır.(...) Erdoğan'a yatırım yapanlar, nikâhın sonunu görmeden karar vermemeli bence.."

Beklenen gün geldi ha!

Daha çook beklersiniz Can.

Bu topraklarda sizin beklediğiniz günler hiç gelmeyecek.

(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)