Türkiye’de lale ile herkesin bildiği ‘Avrupa’ya bizden gitti’ğidir. Devamını, serüvenini bilir miyiz bilmiyorum. Türk kültürüne etkisinin çini desenine sıkışmış olabilir mi?

Ekonomik krizlerin ve spekülatif amaçlı yatırımların ilki ve başlangıcı olduğu için iktisat tarihi dersi verenlerin heyecanla anlattığı bir konudur da peki sosyal ve kültür yaşama etkisi nedir?

Lale…veba mikrobu gibi Avrupa’yı ve özellikle Hollanda’yı kavurduktan sonra anavatanına, başlangıç noktasına geri döner ve daha etkili bir krize sebebiyet verir. Ben işte bu hep bertaraf ettiğimiz kısımdan bahsediyorum.

Laleye değil ama serüvenine ilgi duyan biri olarak bu çiçeğin Osmanlı için gerçek yıkımı kıymetli sahil saraylarının ortadan kalkmasıdır. Matbaayı ülkeye getirenlerin toplumun yeniliklerden haberdar olmasının ve yoğrulmasının önüne geçilmesidir. Sekizyüzden fazla lale çeşidinden bugün bir tane dahi kalmamasıdır. Batı tekniğine ilgi duyan bir padişahın kafes arkasına kapatılmasıdır. Dinin devlet işlerine sirayet etmesinin yanlış olduğunun umursanmamasıdır.

O zaman lalenin Avrupa serüveninin yanında ülkedeki serüvenine de bakmak gerekir diye düşünerek laleyi ayı nisanda ele almak istedim…

Lalenin Avrupa’da yükselişi sırasında Osmanlı elindeki çuvallar dolusu lale örneklerini Avrupa’ya yollamaktan çekinmez. Avrupalıların gözünde Osmanlılara dönemin sultanı III. Mehmet’i algıladıkları şekliyle bakılır. Çiçeklerden ziyade harem kadınlarına ilgi duymasıyla.

Lalenin tekrar anavatana dönmesi Ahmediye Camisi ile tanıdığımız 1. Ahmet’in torunu ve deli olarak ün salan Sultan İbrahim’in oğlu 4. Mehmet ile olur. Hatta Avrupa’da deliden ziyade ehliyetsiz olarak nitelendirilen İbrahim’in de lalelere ilgi duyduğu bilinir. Ancak Avcı Mehmet lale ile o kadar ilgilenir ki bilimsel nitelikte çalışmaların temelini bile kendisi atar, yeni çeşitler yetiştirir ve kataloglar hazırlatır. 4. Mehmet’in oğlu ile lale çılgınlığı bu defa Osmanlı’ya bulaşır veya bu duruma hastalığın hortlaması olarak bakılır…III. Ahmet.

Lale Devri hemen Topkapı Sarayı girişindeki Türk rokoko tarzı çeşmeyi aklınıza getirebilir…tabi Üsküdar Meydanı’ındaki aynı isimli çeşme de…İkisinin de adı III. Ahmet Çeşmesi’dir…ve Ahmet de Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra Osmanlı’da yetişen en kültürlü ve eğitimli sultan olarak kabul edilir. Ama bir de en çılgın laleseverdir. III. Ahmet zamanında Hollanda’nın Haarlem şehrinden onbinlerce lale soğanı Osmanlı Sarayı’na getirilir, ıslahı için çalışılır.

Kendisi lale aşkının yanında barışçı, sanatsever, yenilikçi bir sultandır. Savaş başarıları ile değil zevkli, sanatsever ve özgür düşüncenin yerleşmesi çabasıyla bilinir. Avrupa tarzı yeniliklere merak salmıştır. Bugün de yeniden canlandırılmaya çalışılan lale festivallerinin temelinde III. Ahmet ve dönemi yatar.

Osmanlı’nın lale çılgınlığı döneminde laleye sahip olmak o kadar önemli ve itibarlıdır ki sadece berberler veya nalburlar mesleklerini bırakıp lale satıcılığına başlamaz, Şeyhülislam da onlara katılır. Bir lale soğanı 1000 altın paraya el değiştirir olmuştur. 800’den fazla çeşitte lale yetiştirilmeye başlanmıştır. Ayrıca Sultanın baş lalecisi Mehmet Lalezari lalenin el kitabını hazırlayarak yakışıklı bir lalede olması gereken 20 özelliği sıralar. Daha sonra Berlin’de ortaya çıkan bu kitapta tercih edilen lale tanımı şöyle yapılır;

“Hilal şeklinde kavisli, yapraklardaki renkler net ve ahenklidir, badem gibidir. Hoş ışınlarla süslenmiştir, bu ahenk iç yapraklarda da aranır. Dış yapraklar biraz dışarı doğru açıktır. Beyaz desenli kısımlar da çok mükemmeldir ve o seçilmişlerin seçilmişidir.”

Lale ve devri sadece eğlence, müzik ve sanatseverlik olarak algılanmamalı. Vezir İbrahim Paşa yurtdışına ilk kez elçi bu dönemde göndermiştir, itfaiye teşkilatını kurmuş, fen bilimleri ve coğrafyaya ait kitapların basımı için matbaayı getirmiştir.

İlerleme olarak kabul edilen bu dönem İstanbul’da ekmek fiyatlarının artması ve İran ile girişilen savaş öldürme ve adam yakalatma konusunda şöhretli Arnavutlardan birini Osmanlı Tarihi sahnesine çıkardı…kumaş satıcısı Patrona Halil…ve isyanı.

Sanatçı ve yenilikçi kişilikli III. Ahmet saltanatı dönemindeki sakinlikle başına gelenleri kabul edip geldiği yerde 6 sene daha geçirmeye döner…kafes arkasına…Lalenin de böylece rengi soldu ve kayboldu ‘lalelerin kralı Ahmet’ ile…bir daha kolay ve hızlı para kazanmanın, lüksün, gösterişin simgesi olmadı. Islahı, yeni türlerin geliştirilmesi ve ticareti devam etti ama bu tarihten sonra lale çiçek olarak değil nasıl oldu da dünyada böylesine bir çılgınlığa, krize ve isyana sebebiyet verdiğiyle ilgilenildi.

Ahmet gidince yerine kapitülasyon dediğimiz tek taraflı ticari ayrıcalıkların sürekli hale getirilmesine imza atan I. Mahmut geçti. Türk kaynaklarında geçmez ama dünyanın sayılı kambur hükümdarlarından olduğu söylenir. Ne önemi var… lale unutuldu. Gül İperoğlu’na ait ‘Gölgemi Bıraktım Lale Bahçelerinde’ isimli bir roman geldi aklıma…birden. Her ne kadar lale ve aşka dair fantezi olsa da sıkıcı tarihe ilgiyi artırmış olabilir.

Laleden bahsedilince Ahmet Han’ın yakın dostu şair Nedim de hatırlanmalı kanaatimce…

Gülelim oynayalım kâm alalım dünyâdan

Mâ-yı tesnîm içelim çeşme-i nev-peydâdan

Görelim âb-ı hayât akdığın ejderhâdan

Gidelim serv-i revânım yürü Sa‘d-âbâda.

İzn alup cuma namâzına deyü mâderden

Bir gün uğrılıyalım çarh-ı sitem-perverden

Dolaşup iskeleye doğru nihan yollardan

Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâda.