İstanbul’dan Londra’ya  dönüş yolculuğumda elimde gazete, içimde bir sıkıntı,  garip bir  telaş hali, hafif bir sızı ve kenetlenip uçuşan, karmaşık düşünceler… Bir değişik ümitsizlik var içimde sanki… Şaşkınlıkla ‘neler oluyor?’  diye soruyor ruhum..

Elimdeki gazetede gördüğüm, herkesin kalbini sızlatacak bir resim.. Sanki henüz oyununu bitirmiş, belki birazdan annesinin çağırması ile evine dönecek, neşe içinde, tatlı mi tatlı bir küçük çocuk, mavi şortu ve kırmızı t-shirt ile.. Ancak o küçük ruhun, fiziki bedeni cansız yatıyor, yüzükoyun bizim sahillerimizde..

Londra’ya döndüğümde ise, sabah telefonda konuştuğum danışmanım bana aynı sabah Bodrum’da yüzerken, denizden bir kadın ayakkabısı ile, bir torba kıyafet çıkardığını söylüyor. İçim yine cız ediyor… Denizin, o çok sevdiğimiz, adeta özgürlük habercisi denizlerin, şimdilerde çaresiz ruhların sığınağı olduğunu görüyorum.. Bu kişiler, bu mağdur ruhlar, farklı ülkelere göçerek güvence içinde yaşamak istiyorlar, yaşam hakkı arıyorlar…Değer verilmek, saygı görmek, hak sahibi olmak, güven içinde bir gelecek istiyorlar… Böylesi pek çok konuda ilerlemiş bir çağda bu manzaraları görmek, şahit olmak bize bizi gösteriyor acımasız bir şekilde…

Yine ayni gün Londra metrosunda yolculuk ederken elime geçen bir İngiliz gazetesinde gördüğüm fotoğraf.. Bu fotoğraf, bu küçük bedenin vefat etmeden önceki  hali.   O görüntü de gözümün önünden gitmiyor.. Gerçekten de tahmin ettiğim gibi, güler yüzü ile babasının elini tutan şeker mi şeker bir çocuk… Bu resmi gören, karşımda oturan genç kadının gözlerinin dolu dolu olduğunu fark ediyorum…Gazetenin bir diğer sayfasını açtığımda ise, ünlü İngiliz sanatçı Bob Geldof’un  son olayların akabinde Londra ve Kent’teki iki ayrı evini de mülteci göçmenlere açacağını ve onları geçici olarak misafir edeceğini yazıyor… ‘Her sorumlu birey yardım eli uzatmalıdır’ diyor Geldof.

İstanbul’ dan, sevgili babacığımın kitaplığından aldığım bir kitabin ilk öyküsü de, yine bir göçmen çocuğun öyküsü.. Zülfü Livaneli’nin ‘Arafat’ta bir çocuk’ isimli öykü kitabı….

‘..... kokular da değişmişti simdi. Yeni yeni kokuları tanıyordu çocuk. Taze ot kokusu kalmamıştı. Koyun sürülerinin, sığırların kokusu, ahıra girdiğinde o insanın genzini yakan ama gene de tanıdık bildik gelen ağır koku, harman kokusu, yağmurlardan sonra kabaran toprağın kokusu kalmamıştı. Ama en çok aradığı, nenesinin kokusuydu. İlle de nenesinin kokusu.’ (Zülfü Livaneli, ‘Arafat’ta bir Çocuk’)

Göçmenlik psikolojisi üzerine bir yazı yazmayı epeydir düşünmekteydim. Hatta kendimce hazırlamakta olduğum kitabın önemli bir bölümünü, göçmen kişilere ve onların psikolojik boyutuna ayırmak niyetim.

Bu yazimda sizlere yaptigim arastirmalar ve bu arastirmalarin sonuclarini paylaşmak istiyorum.

Göç olayını, tanım, tarihçe ve kişilere olan  psikolojik etkilerini araştırmaya koyulduğumda karşıma gerçekten oldukça derin bilgiler çıktı. Bu bilgilerin en önemlilerini aktarmak gerekir ise, öncelikle göçün tanımından başlamak istiyorum.

Göç olayı, ekonomik, toplumsal ve siyasal nedenlerle insanların bireysel ve kitlesel olarak yer değiştirme eylemi ya da yaşanılan yerin değiştirilmesi eylemi olarak ifade edilebilir.  İster kısa süreli, ister uzun süreli olsun bu yer değiştirme hareketleri çoğu kez aynı toplumsal sistem içinde “iç göç” biçiminde gerçekleşir. Bazen de kendine özgü koşulları nedeniyle toplumsal sistemler arasında “dış göç” biçiminde ortaya çıkarlar (Tekeli ve Erder 1978:17).

Bir başka tanim ise, Gokdere tarafından; *Göçler otoriter ya da doğal bir zorlanmadan ötürü “zorunlu göç” veya kişilerin kendi iradesiyle serbestçe gerçekleştirdikleri “gönüllü göç” niteliğinde olabilirler* seklinde yapilmistir.  (1978).

Kendi çalışmalarım sürecinde, Eylül 2007’de geldiğim ve akademik çalışmalarımı sürdürdüğüm Londra’da Türkçe konuşan kesim ile çalışma fırsatı buldum ve halen bu kesimle çalışmalarımı sürdürüyorum. Özellikle ilk yıllarda danışanlarımın büyük bir kısmı, Londra’ya veya İngiltere’ye  göç eden Türkçe konuşanlar oldu.  Bu  danışanlarımın sorunlarının önemli bir kısmının göçmen olmaktan kaynaklanan sorunları olduğunu gözlemlemiş oldum.  İlk adımda gözlemlediğim  faktörler  kısaca şu noktalar oldu:

Kendi ülkesinden ayrılmanın getirmiş olduğu hüzün.  Aile bireyleri ve akrabalar, tanıdık otantik gelenek ve göreneklerinden ayrılmak

Farklı bir kültüre maruz kalmak

Tanımadık kültürel deneyimlere maruz kalıp bunları yönetmeye çalışmak

Bu konuda araştırmalara başladığımda ise, ilk olarak gözüme çarpan, endişe bozukluğu, depresyon, post-travmatik stres bozukluğu ve madde bağımlılığı ve intihar  konularınin ABD’deki göçmen nüfusta oldukça fazlaca görülmekte olduğudur.

Göçmenlerin beraberlerinde getirdikleri değerler, kültürel öğeler, bakış açıları, geldikleri ülkelerinkine uymayabilir.  Dolayısı ile, içinde bulundukları büyük gruba dahil olmak kendileri için önemli stres kaynağı olabilir.

Göçmenlerin psikolojisini etkileyen faktörler şu şekilde olabilir:

Yoksulluk = düşük maddi kazanç

İçinde bulunulan toplumun sosyal destek ve fırsatlarına dahil olabilecek sosyal ağlara sahip olamamak

İçinde bulunulan ülkenin sağlık sisteminin kısıtlı olması

Zihinsel sağlık birimleri hakkında yeterince bilgi sahibi olamamak

Geniş ailenin desteğinden mahrum kalmak, geniş aileye sahip olamamak

Olumlu bir etnik kimlik oluşturamamak

Kendi etnik grubuna bağlılık ve içtenlik duygularından yoksun olmak

 

Gözlemlediğim ve çalıştığım danışanlarımın gerçekten de kendilerini iki kültür arasında sıkışmış olarak gördüklerini fark ettim ve saptadım. İçinde bulundukları toplum ile, kendi manevi değerlerimizin uymaması en çok yeni jenerasyon veya yeni nesilde kendisini göstermekte. Yeni neslin yanı sıra, elbette ki çoğu göçmen farklı alanlarda problemler yaşamakta. Kimi  erkekler, iş yerlerinde dil konusunda oldukça sıkıntı yaşarken, kimi erkeklerin ise, çalışmak konusunda bile zorlanarak, müthiş bir melankoli ve depresyon içinde, kendi ülkelerini özlediklerini ve günlük yaşantılarını dahi, basit görevlerle devam ettirmekte zorlandıklarını gözlemledim.

Kadınların  ise, daha çok kendilerini güvensiz ve yetersiz görmelerinden ötürü, ev dışına çıkamamak ve  günlük işlerini kendileri  halledememekten ötürü şikayetçi durumda olduklarını saptadım.

Bu konuda yani göçmenlerin psikolojisi ile ilgili  arastirmalar yaptigimda ise, önemli araştırmalarla karşılaştım.  

Ornegin, Sharabany ve Israeli, (2008) göçmenlik olayına psikolojik açıdan yaklaşıp inceleyerek, bağlanma teorisine göre göçmenleri incelemişlerdir.  Bu teorinin bakış açısına göre, göçmenler, göçmenlik psikolojisi ile başa çıkabilmek için iki farklı bakış açısına odaklanabilirler. Bunlardan ilki, bağlanma sistemine aşırı bağlılık gösterme, bir diğeri de bu bakış açısının tamamen bastırılmasıdır. İlk durum içinde kişi, sürekli tedirgin ve endişeli olduğu için devamlı bir yardım arayışı içine girmiştir. Diğer konumda ise, bu ihtiyacını sürekli olarak bastırmaya çalışmaktadır.

Bir başka psikolojik açıklama, Akhtar’ a göre, (1999) göçmenlerin yaşadığı ruhsal dönemin ergenliğin ‘ikincil bireyselleşme’ sürecini anımsatmasıdır. (Blos, 1967) Akhtar’ a göre, kişi adeta melez bir kimlik oluşturma yolundadır, ruhsal bir yeniden doğuş dönemine girmektedir. ( 1999).

Boulanger’e göre ise, ( 2004) göçmen olmak asimilasyona uğramak değil, farklı pasaportları taşıyarak, farklı benlik hallerinin birbirinin  karşılıklı olarak yerini alması sürecidir.

Göçmen olmanın kişiye olan etkisi konusundaki birtakım önemli araştırmalarin  ise literatürde cok yoğun bir sekilde yer aldigini ogrenmis oldum. Thopa ve Haff (2005) işsizlik, çok sayıda olumsuz yaşam olayı ve ayrımcılığa uğrama durumları ile ruh sağlığı arasında ilişki saptamışlardır.  Ferroda ve Noli ise (1995) İsveç’te yaşayan göçmen nüfusta, intihar ve nedeni anlaşılmamış ölümlerin daha yüksek oranlarda olduğunu saptamışlar ve bu oranın sebebinin sosyal yalıtılmışlık, düşük sosyal sınıftan olmak ve zayıf sosyal bağlantılar gibi psiko-sosyal faktörlerle korelasyon gösterdiğini saptamışlardır.

Ruiz( 1982) ve Gonzalez ve arkadaşları da (1999) göçmenlik sürecinin, kişinin değerlilik duygularına, öz saygısına olan olumsuz etkilerinin önemini vurgulamışlardır.

Araştırmalarıma devam ettiğimde ise, var olan bütün bu sorunların pek çoğunun kaynağının, 2 noktada toplanabildiğini gördüm.  

1/ AKULTURASYON

 Göçmenler, yeni ülkelerine adapte olmaya çalışırlarken, aile içindeki dinamiklerle ilgili olarak pek çok problem yaşayabilirler. Özellikle yukarıda da bahsettiğim üzere, nesiller arasındaki problemler ile sıkça karşılaşılabilir. Bu problemler kendilerini, sözel hatta bazen fiziksel tartışmalar halinde gösterebilirler. Özellikle anne babalar ve çocukları arasında, arkadaşlık, flört, evlilik; eşler arasında ise, cinsiyet rolleri ile ilgili tartışmalar yaşanabilir.

 

Kimi zamanlar ise, ikinci nesil rol değişimi yaşayarak, ailesi için yeni dili tercüme ederek tercümanlık yapar. Pek çok yaşlı veya geç yaşta göç etmiş göçmenler ise, yetersiz lisanlarından dolayı toplum içinde yalnızlık ve izolasyon sıkıntısı yaşarlar. Bu, onların toplum içinde saygın ve sözü geçer, sözü dinlenir bir yetişkin olmalarını engeller.

2.Travma

Göçmenlerin büyük bir bölümü geçmişte, yakın geçmişte ya da halen süren bir travma sürecinden geçmişlerdir veya geçiyorlardır. Travma deneyimi olan kişilerin ruhsal ve zihinsel sağlıkları, depresyon, endişe ve kaygı bozukluğu, travma sonrası  stres bozukluğu konularında risk altında olabilir.

Travmalar, göç ile ilgili olarak  farklı zamanlarda yaşanabilir.

Göç olayından hemen önce yaşanan travmatik olay veya olaylar

Yeni ülkeye göç sırasındaki travmatik olaylar

Yeni ülkede yaşanan travmatik olaylar, işsizlik, işsizlik yüzünden düşen yaşam standartları, yetersiz destek sistemi, yaşanan ayrımcılık

Göçmenlerin zihinsel sağlıklarının başlıca sorunları:   Özellikle, dil ve kültür farklılıkları,  rahatsızlıkların semptomlarının kültürel olarak şekil alması, çıkan rahatsızlıkların teşhisindeki kültürel farklılıklar, bu rahatsızlıklarla baş etme stratejilerindeki farklılıklar, aile içindeki yapının farklılaşması, uyum sürecindeki zorlanmalar, nesiller arası tartışmalar, akulturasyon, ev sahibi ükenin göçmenlere olan bakış açısı,  sosyal statü ve entegreasyona bağlı olarak zorlanır.

Yukarıda bahsedilen bu psikolojik zorlukların bir takım kuramlarla daha da detaylıca açıklanabileneceğini öğrenmiş oldum. Bu kuramlar: