Sonunda korktuğum oldu. Günümün büyük bölümünü halk plajında geçirmekten olsa gerek kendimi gerçekten halktan biriymiş gibi hissetme belirtileri göstermeye başladım. En son belirti ise bence asıl öldürücü olanıydı; bu, mahvolmaya başladığımın kanıtıydı. Ortamı net anlatabilmem için biraz arka plan bilgisi vermeliyim. Geçenlerde bu hayatın mangal yakmak veya yakılan mangalı beklemekle geçirilemeyecek kadar değerli bir şey olması gerektiğini düşündüm ve birden gelen boşluk duygusuyla birlikte inanılmaz bir depresyona girdim. Durumum hayli kötü olmalıydı, çünkü intiharı bile düşündüm. İntiharı nasıl gerçekleştireceğim netti kafamda. İstanbul’a dönünce ya bir metrobüse ya da bir halk otobüsüne binme girişiminde bulunacaktım. Bunlarda başarısız olduğum takdirde üçüncü intihar yöntemimi deneyecek ve kafama bir kurşun sıkacaktım. Bir eylem ortaya koyup bu ruh halinden ve içinde bulunduğum kısır döngüden kurtulmalıydım. Yine halk plajına gidecektim tabii ki, bu bende bir tutku haline gelmişti; bu bir anlamda safariye çıkmak gibi bir şeydi. Ancak bu defa farklı gidecektim ve planımı yaptım. Gazete kâğıdına şık bir likör bardağı sardım. Metal mataramı buzdolabında dondurdum. İçkimi bu buz dağına doldurdum. Portatif masamı da aldım. Halk plajına girdim.

 

HALK PLAJINDA SURVIVOR:

 

Etraf bir Survivor dizisi mizanseni gibiydi. Her 13 Temmuz 2012 CUMA Göbeğini kaşıyan adam taraftan ateşler yükseliyordu. Mangal ateşinin bu kadar yüksek ve yoğun olması potansiyel orman yangınlarını hatırlattı bana. Bana, bölüme yeni tıkılmış acemi bir şempanzeymişim gibi alaycı bakan ve çekirdek çıtlama translarından çıkıp beni elleriyle göstererek gülen insanların arasından mağrur ve kararlı biçimde geçtim. İnsanları tatmin etmek için bir ara acaba başımı kaşıyarak onlardan fındık fıstık istesem mi diye bile düşündüm ama vaktim yoktu acilen içmeliydim; hayat her an daha çekilmez hal alıyordu, içki bunu düzeltirdi. Dalganın karaya vurup geri çekildiği sınıra kadar gittim. Masamı tam o noktaya kurdum. portatif iskemlemi de açtım. Büyük bir itinayla likör kadehimi çıkardım mataramdan soğuk bir “çipro” koydum. Okunuşu çipro olan bu içki, “uzo”dan yapılan bir tür grappa. İçimi çok rahat ve de en güzel yanı insanı biraz sonra hemen rakı içmeye teşvik etmesi. Çipromu yudumlarken rahatlamaya başladım. Ayaklarım denize değerken, güneşi batırırken ve çipro yudumlarken bile rahatlayamıyorsam bende hayli önemli problemler olması gerekiyordu. Eğer durum gerçekten böyleyse bir gün elime makineli tüfek alıp plajdaki diğer herkesi tarayıp öldürmem de kimseyi şaşırtmamalıydı.

 

CACİKİ SORUNSALI

 

Ama tam “Rahatlıyorum işte” derken, bizim neden Yunanların çiprosu gibi bir içki üretemediğimiz sorusu kafama takıldı. Bundan halk plajına gelen insanların sorumlu olduğuna karar verdim. Bu tek başına beni tekrardan depresyona sokacak kadar önemli mesele değildi; bu nedenle ben Yunan cacikisinin neden Türk cacığından güzel olduğuna da taktım kafayı ve bu sefer başardım, özlemiş olduğum depresyona tekrar girdim. Çünkü üç kadeh çiprodan sonra cacikinin cacıktan daha güzel olması, bana bildiğimiz anlamıyla medeniyetin sonu ve belki de yaklaşmakta olan bir felaketin göstergesiymiş gibi gelmeye başlamıştı. O anda durum öyle vahimdi ki ben bir makineli tüfeği acilen nerden bulabilirim diye telefonlara başlamıştım.

 

HER ZAMAN OLMAYAN BİR GÜZELLİK

 

Bu arada inanılmaz bir şey oldu. Yandaki denize ayak bastı parası olarak neredeyse bir servet ödenilen, bir şişe su içildiği takdirde ise insanların tüm servetlerini kaybettikleri beach club’da güzel bir müzik çaldı. Bu ender rastlanan bir fenomendi çünkü bu tür yerlerde genelde Serdar Ortaç çalınırdı. O anda güneş ise denizle ufkun birleştiği noktada beline kadar inmişti. Bu insanda şiir yazma arzusu yaratan bir ortamdı. Her orgazm olamayan, her terk edilen, her abaza olanın çektiği acılar nedeniyle şiir yazmaya çalıştığı bir ülkede olmasam ben de o ortamda şiir yazabilirdim ama bunun yerine kendime bir kadeh daha içki koydum. İyice kaykıldım iskemlemde, göbeğimi biraz daha saldım. O anda plajda güzel göbekli erkek yarışması yapılsaydı ben kesin açık arayla birinci olurdum. Birinciliği zorlayacak başka adaylar da vardı ama onların bile şansı olmazdı bana karşı. Ve o onda yazımın başında bahsettiğim felaket anı yaşandı ve ben göbeğimi kaşıdım! Bunun o onda verdiği zevki anlatamam size. Bulunduğum her ortamda bir beyaz Türk olarak davranma ilkem yerle bir olmuştu. Göbek kaşımanın sınıfsal bir yanı yoktu. Göbek kaşıma sınıflar üstü bir olaydı. Bekir Coşkun‘un göbeğini kaşıyan adamı yazdı diye gazetesinden neden çıkarıldığını ve Başbakan’ın ona neden kızdığını anlamıyordum çünkü o “Göbeğini kaşıyan adam” derken belki de kendisini anlatmaktaydı.

(Haber Türk gazetesinden alınmıştır)