Aşk çok geniş ve yıllarca üzerine konuşulmuş bir terimdir. Bu kelimenin anlamı, amacı, sebepleri ve sonuçları üzerine milyonlarca edebi eser oluşturulmuştur. Bazı davranışlar, düşünceler ve duygulanımlar açısından aynı sonuçlara sebebiyet verirken, kişisine göre değişmesi bu kavramı daha da karmaşık ve anlaşılmaz hale getirmiştir.

Aşk hayatımızda hissettiğimiz tüm duygular gibi bir durumdan etkilenen ve düşünce yapısıyla oluşan bir histir. Tüm duygular temelini olaydan alırken, olayın ele alınmış ve yorumlanır biçimine göre farklı duygular ortaya çıkarmaktadır. Bu durum ise bir kısırdöngü gibi bizi bir davranışa sürüklemektedir.

Davranış  içeride de dışarıda da olabilmektedir. Yani dışarı yansıttığımız davranışlarımız ve içeride olan hormonsal hareketlilik şeklinde ikiye ayrılır.

Tüm duygular hormon kaynaklı beslenir ve bu hormonsal yapı düşünce sisteminde değişikliklere sebebiyet vererek hislere etki eder.

Peki bu süreci biraz örneklerle ele alalım. Mesela arkadaşlarınızla buluşma kararı aldınız. Kafeye buluşacağınız saatte gittiniz. Ancak arkadaşınız ortalıkta yok. Telefonla arama kararı alırsınız ve onu ararsınız. Telefonuna ulaşılamıyordur. Saat hızla akıp gitmekte, siz ısrarla arkadaşınızı aramaktasınızdır. Gittikçe kendinizi daha gergin hissediyorsunuzdur. Şimdi bu senaryoyu ele alırsak arkadaşınızın gelmediği bu saatler içerisinde ne düşündünüz?

Bu süreçte arkadaşınızın başına bir şey geldiğini düşüne bilirsiniz. Bunun sonucunda kaygı ve endişe hissedebilir, stres yaşaya bilirsiniz. Başka bir düşünceye göre  içinizden "Bu bilerek yapıyor. Kesin bir yere takıldı ve telefona bakmıyor bile" diyerek geçirebilirsiniz. Bunun sonucu da kendinizi değersiz hissettirebilir ve o kişinin gözünde kıymetsiz olduğunuzun sonucuna varabilirsiniz. Bu gibi alternatif birçok düşünceye göre yeni ve farklı duygular hissedilebilirken, bu duygular sonucunda da bedende kaygı odaklı hormonlar harekete geçer. Bunun sonucunda vücudumuzun belirli bölümleri kasılma tepkisi verir. Bu sinyaller düşüncemizin doğruluğunu baskılayan bir pekiştirme yaşatır ve bir kısırdöngüye girersiniz.

Aşkta aynı bu şekilde bir durum, şahıs üzerinde başlayan o şahsı kaybedeceği düşüncesiyle kaybetme korkularından beslenerek sürekli aynı noktaya odaklanma durumudur. Ve bu tepkilerin aynısı ise obsesif kompulsif bozukluklarda görülmektedir. Aşkın ömrü maksimum üç yıldır ve daha fazlası vücut için zaten çok zararlıdır. Çünkü aşık olan birey obsesif kompulsif bozukluk yaşayan hasta ile aynı hormonsal kimyaya, bedensel tepkilere, davranışlara ve düşüncelere sahiptir.

Bu sebeple evliliklerinizde veya ilişkilerinizde aşkı sevgiye taşıyarak bunu koşulsuz sevgi ve saygıyla oluşturarak, yani karşı ki kişinin iyi ve bize göre olumsuz her yönüyle kabul ederek daha sağlıklı bir süreç yaşarız. Bu sebeple ilişkinizde aşkın bitmesi sizi korkutmasın. Bu olması gereken, olmazsa hastalık derecesinde sorun teşkil eden bir durumdur. İlişkinin devamında sevginin devam etmesi ve hissettirilmesi belli bir süreçten sonra daha önemlidir.

Sevdiklerinizle sevgi dolu ve sevildiğini hissettiniz günler olması dileğiyle…

 

Uzm. Psikolog Sümeyye Arslan

Parlak Hayat Psikolojik Danışmanlık Merkezi

www.parlakhayat.com