Hormon, ilaç, GDO, fonksiyonel gıda, modifiye ürünler gibi pek çok tanım tüketicilerin kafasını karıştırıyor. Daha serada bir domatesin 14 metre uzamasını ve onlarca kilo ürün vermesini bile anlatamadık. Onca tanımı nasıl anlatacağız?

GDO, genetiği değiştirilmiş organizma demektir. Yani genleriyle oynanmış ve genlerine müdahale edilmiş gıda ürünlerinden bahsediyoruz. Bunların da çoğu soya, mısır, pamuk, patates, kanoladan ibarettir.

'Genetik Mühendislik' ya da 'Rekombinant DNA Teknolojisi' olarak da anılan genetik modifikasyon, mikro-organizma, bitki ve hayvanlara yeni özellikler kazandırmak için kullanılan en son metotlardan biridir. Diğer genetik ıslah metotlarının aksine, genetik modifikasyon teknolojisinin uygulanması çok sıkı yasal düzenlemelere tabidir.

Mendel yasasıyla liselerde gördüğümüz 'melez' ürünler konumuzun dışındadır. Tohum ıslah çalışmaları da öyle...

Türkiye soya, mısır, pamuk ve kanola ithal etmektedir. Son yıllarda mısır üretimimiz kendine yeter hale gelmiştir. Yağ ihtiyacımızın yarısı ve yem hammaddeleri ithalat yolu ile karşılandığı için ithal kanola ve soyada bu risk en yüksek düzeydedir.

Peki, gıdalarımız GDO'lu mu ve Biyogüvenlik Yasası ile sorunlar çözüldü mü?

İki hafta önce, Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu, Biyogüvenlik Kurulu'na yaptığı 29 GDO'lu gıdanın tanımlanması başvurusunu çekti. Çünkü kamuoyunun tepkisi oluştu ve gıdacılar ürktü. Aslında sadece 'tanımlanmasını' istiyorlardı.

Başlıkta kullandığım 'karıştı' ifadesinin ardındaki durum şu: GDO'lu bir ürün bir gemiyle taşındığında veya bir depoda tutulduğunda daha sonraki taşıma ve depolamalarda GDO'suz bir ürün bile aynı ortamı paylaşsa 'karışma' veya 'bulaşıklık' yaşanabiliyor.

Teknik ifadesiyle; geleneksel, yani genetik modifikasyona uğratılmadan üretilmiş ürünler hasat, depolama, nakliye veya işleme aşamasında kazara GDO'larla 'kontamine' olabilmektedir. Yani yüzde 100 GDO'suz bir ürün bulmak neredeyse imkânsızdır. Bu nedenle Avrupa Birliği, yüzde 0,9 oranında bulaşıklığı yani kontamineyi kabul etmektedir.

Üniversitelerimizde tıbbi, biyolojik, farmakolojik ve gıda genetiği bölümleri var ve hepsi itibarlı...

Dikkat ederseniz; tıbbi ve farmakolojik GDO konusunda bir tepki yok. Doğrudan şırınga ile damarlarımıza GDO almaktan bile çekinmiyoruz.

Tartışmanın odağında sadece gıdalar var. Bu tartışma sadece Türkiye'de değil bütün dünyada sürüyor. AB'nin en üst otoritesi EFSA'nın kararları bile tartışmalı bulunuyor. Ayrıca konuyla ilgili Dünya Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO)'nün da çalışmaları takip ediyor.

GDO konusunda Cartegena Biyolojik Sözleşmesi var ve Türkiye bunu imzaladı. Cartegena, GDO'ların varolan genetik yapıyı bozmasını engelleyen hükümleri düzenliyor.

İki yıl önce dünyanın üçüncü büyük gen bankası Ankara'da açıldı. 300 bin genin tespit edilip muhafaza edilmesi amaçlanıyor. Gelecekteki gen çalışmaları için büyük fırsat.

TGDF, kontamine kaygısıyla 29 GDO'lu ürün için tanımlama talebinde bulundu. Çünkü tanımlama şart. Çünkü işin ekonomik boyutu var ve bu kısma pek değinilmedi. Dış ticaret sebebiyle Türkiye'deki gıdacılar 1 milyar dolara yakın bir ekonomik kayıp içinde.

Türkiye, böyle bir zararı göze alabilir ama tanımlanmaması sebebiyle hala bu ürünler ithal ediliyor da olabilir.

GDO'lu ürünlerdeki bulaşıklığı tespit edecek olan beş laboratuvarımız var. Halbuki, 300 tane laboratuvar ancak bu ihtiyacı görebilir.

Gıda güvenliğini daha çok tartışırız ama genelde bu havanda su dövmekten ibarettir.

(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)