Tamam, kabul edelim ki sosyal medya bundan böyle olmazsa olmazlarımız arasına katıldı.

Bunu Arap Baharı, Wall Street eylemleri ya da Van Depremi'nde markalara "neden yardım yapmıyorsun" diyerek tweetler üzerinden parmağını salladığından değil bu kocaman dünyada herkesin kendine özgün bir birey olarak konumlamasına izin verdiği yani kısacası demokrasinin gereklerini yerine getirdiği için. Ancak her mecranın kendi kuralı olduğu gibi sosyal medyanın da dikkat edilmesi gereken noktaları var.

Bir kere tweet'i kimin, hangi konuda ve ne tonda attığı çok önemli çünkü bu etkenler sosyal medyada başlayacak önlenemez tweet salgınının başlangıcını belirliyor. Tweet, takipçisi çok olan bir gazeteci tarafından atılmışsa zaten fünye çekilmiş oluyor. Mesele sadece politik bir olaya yorumla sınırlı da değil, tweetlenen konu bir anda her şey ve herkes olabiliyor.

Gazetecilerin yorumu iletişimcileri vatandaştan daha çok korkutuyor

Araştırma şirketi Xsights'ın Türki-ye'nin Sesli Paneli üzerinden yaptığı çalışmada hem iletişim profesyonellerine hem de vatandaşa, "Marka ve ürünlerle ilgili gazetecilerle köşe yazarlarının yazdıklarından ne kadar etkilendikleri" sorulmuş.

Eğer yazı geleneksel mecralarda yazılıp çizilmişse iletişimciler yüzde 72,9, kamuoyu yüzde 46 etkileniyor; çok etkilenirim diyen iletişimcilerin yüzdesi 18 iken vatandaş yüzde 10,6. Etkilenmem diyenlerde iletişimciler yüzde 7,1, vatandaş 30,2. Hiç etkilenmem diyen iletişimciler yüzde 1,4 ile oldukça azken, vatandaşların oranı yüzde 13,2. Bu sonuçlara bakınca halkımızın gazeteci ve köşe yazarlarının görüşlerine iletişimciler kadar rağbet etmediğini söyleyebiliriz. Ancak genel ortalamada kamuoyunda etkilenme oranına bakınca oranın yüzde 56,6 olduğunu görüyoruz. Bu demektir ki haberciler toplumun yarıdan fazlasının kararını etkiliyor. Oran oldukça yüksek. Sonuç mu? Hal ve gidiş, medyanın öneminin giderek arttığını gösteriyor.

Gazeteciler sosyal medyada görüşbildirsin mi, bildirmesin mi?

Vatandaşlarda evet görüş bildirsin, hayır görüş bildirmesin diyenler dengede; yüzde 50,2 doğru buluyorum derken 49,8 doğru bulmamış. İletişimciler ise gazetecilerin görüşlerini duymak için kamuoyundan daha istekli; yüzde 62,9'u görüş bildirmeyi doğru buluyorken yüzde 37,1 doğru bulmuyor.

Peki, sosyal medyada yorum yapan gazeteci ve köşe yazarlarının markalar hakkında yaptığı yorum tüketiciyi ne kadar etkiliyor?

Ayrıntıları ve yorumları Marketing Türkiye 1 Aralık sayısında görebilirsiniz ancak durum şudur: Kamuoyu, ben etkilenirim yüzde 51,4; çok etkilenirim yüzde 17,2 yani toplam etkilenme oranı yüzde 68,6. Ya peki iletişimcilerin durumu nedir? Etkiler 65,7 ve çok etkiler 30. Ben toplamda iletişimcilerin etkilenme oranını yüzde 95,7 görünce, bu iş bitmiş, "sosyal medya markaların korkulu rüyası olmuştur" dedim. Haksız mıyım?

İşadamları dernek kurunca hayırlar bile hedef odaklı oluyor

Fikir, Alkent 2000'de oturan işadamlarının toplu yaptıkları sabah yürüyüşlerinde Flokser Yönetim Kurulu Üyesi Yasin Tükek'ten çıkmış. Hem dostluğu pekiştirmek hem de hep birlikte hedefi belli bir hayra dönüşmesini sağlamak üzere Alkent 2000 Eğitim, Sosyal, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği kurulmuş. 50 üyesi olan derneğin toplantıları her ay bir üyenin ev sahipliğinde yapılıyor. Dernek aidatları ise hayır işlerinde kullanılmak üzere biriktiriliyor. Henüz sekiz aylık bir dernek olmasına rağmen hem Büyükçekmece Çakmaklı Mahallesi'nde yapılacak anaokulunun derslikleri hem de Van Depremi'nde zarar gören okullar için destek sağlayacak birikimi oluşturmuşlar. Derneği farklı kılan hayır işlerine bile bir işadamı mantığıyla hedef odaklı yaklaşabilmeleri, yani neyi hedefliyorlarsa onun görülebilir, başarılabilir ve ölçülebilir olmasını sağlıyorlar. Böyle olunca da beklenmedik bir afet karşısında bile çok hızlı organize olabiliyorlar.

Dernek Altınbaş Holding Yönetim Kurulu Onursal Başkanı Ali Altınbaş'ın başkanlığında toplanıyor ve her toplantıda farklı bir aktivite gerçekleştiriyor. Geçtiğimiz toplantıda bir konuk konuşmacı vardı. Kemerburgaz Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Emre Alkin, dünya ekonomisinin 1870'ten başlayan ve bugüne yansımalarını gördüğümüz makro trendleri sebep-sonuç ilişkileri üzerinden anlatan öğretici bir konuşma yaptı. Konuşmanın özü etrafımızda bu kadar çok cephe varken para, siyaset ve uluslararası ilişkilerde temkinli olmayı tavsiye ediciydi. Her birisi kendi alanında başarılı kuruluşların başında olan girişimci işadamları duydukları bu "temkinli olun" tavsiyesinden pek hoşlanmadılarsa da dernek genel sekreteri Metin Korkmaz'ın da ifade ettiği gibi şahsıma yapılan pozitif ayrımcılık ve eş kontenjanından toplantılara katılan bendeniz de gelecek günler için dozu ayarlanmış bir temkinlilik öneriyorum.

Kültürel istila, kanlı savaşlardan daha tehlikeli

İki hafta önce 6 yaşındaki yeğenim bir gece yarısı, "Canım halay çekmek istiyor. Giydirin şalvarımı!" deyince ne oluyor dedik. Anaokulundan kalan kıyafetler zar zor giydirildi ve yeğen salonda bir iki döndü, rahatladı. Bütün bunlar TRT Çocuk'ta Türk yapımı çizgi karakter Pepee'nin marifetleriymiş. Diziyi izlemeye aldım. Büyükler için acayip komik, çocuklar için ise öğretici. Komikliği içerdiği çelişkiden. Mesela adı Pepee olmasına rağmen annesine bana bir şarkı söyle dediğinde anne ona alışageldiği gibi İngilizce bir çocuk şarkısı söylemek yerine, "Ilgaz Anadolu'nun sen yüce bir dağısın" parçasını hakkını vererek okuyor. Geleneklerle beraber günlük temizlikten nasıl iletişim kurulacağına kadar pek çok konuda öğreti verilen dizi için tam, "Ne iyi olmuş, iyi ki yapmışsınız" diye yazacaktım ki "apartma" olduğu, haberleri çıktı. Apartma mıdır, değil midir bilmiyorum ama konsept olarak ben Pepee'yi beğendim. En çok da canının halay çekmek istemesini ve istediğinde hiç nazlanmadan her defasında, "Le Hanım hey hanım hey" ile halay çekmesini...

Çocuklarımızın halay çekmesini de, türkü söylemesini de, bayramlarda büyüklerin elini öpmesini de ve daha pek çok güzel geleneği unutmasına izin vermeyelim.

Albümde askerlik fotoğrafı yerine bedelli makbuzu

Uzun bir süreden beri beklenen bedelli askerlik kararı çıkmış. Bir muhabbette, etrafımda aradan neredeyse 40 yıl geçmesine rağmen askerlik anılarını dünmüş gibi anlatmaktan heyecan duyan işadamları var. Alışılagelmiş erkek muhabbetlerinde askerde geçen her şeyi ayrıntılarıyla hatırlayan ve sanki askerlik süresini bir ömürmüş gibi anlatan nesilden onlar. Pek çoğunun oğlu bedelli kapsamına giriyor. Mutlular ama biraz da buruk! "En azından 15 gün yapsalardı." diyor birisi. Ben bu süreyi ilkyardım ya da gerektiğinde kendini korumak için eğitim almalılardı biçiminde yorumluyorum. Meğersem onlar oğullarının, kendi anılarını canlı tutan beylik askerlik fotoğraflarının olmayacağı gerçeğiyle hayıflanıyorlarmış. Düşünüyorum da haklılar. Babamın 60 yıl önce at üstünde bütün görkemiyle çektirdiği asteğmenlik fotoğrafı albümümüzde müstesna yerini hâlâ koruyorken, bedelli askerlik yapanlar çocuklarına bedeli alınmıştır makbuzunu mu gösterecekler?