Fetullahçı yapıyı ele alan ve bilgilendirici yönü olmasını hedeflediğim yazı dizisine devam ediyoruz. Bu yazıda ‘rüya’nın bu yapı için ne ifade ettiğini ve neden bunu sık sık kullandıklarını ele almaya çalışacağım. Öncelikle rüya nedir ve dinimizde rüyalara nasıl bakılıra kısaca değinmek icab ediyor. 

Müslümanlar rüyayı genelde; Rahmani, Nefsani ve Şeytani olmak üzere üç ana başlık üzerinden ele alıyorlar.

Sigmund Freud'un temsil ettiği "Psikanaliz okulu" rüyaları değerlendirirken "Rahmanî rü'ya" kısmını, kabul etmeyerek “rüyalar içimizden ve dışımızdan gelen etkilerden şekillenir. Hayal, bu etkileri biçimlendirilir. Rüyalarımızda önceden yaşadığımız olayların izleri vardır. Çocuğun arzu edip de ulaşamadığı şeyleri gece rüyasında görmesi gibi, her insan rüyasında, tatmin olmamış isteklerini elde ettiğini görür. Dînî inançlar veya kültürel baskı sebebiyle şuur altına itilmiş istekler, rüyada su yüzüne çıkar. Görülen rüyalar, özellikle cinsî temayüllerin sembolik bir tezahürü durumundadır.’’  ifadeleriyle olaya yaklaşıyor.

İslam, Freud’un bu görüşünü de kapsayan daha geniş bir pencereden bakıyor rüya meselesine. Görünen dünya kadar görünmeyen dünyanın da varlığına iman edilen bir din olduğu için deneysellik sınırları dışında kalan alanlar da İslam’ın bakış açısına dahildir. Rüya konusu özünde bireysel bir tecrübedir. Her insan birey olarak daldığı uykuda sadece kendine gösterileni görür. Bu sadece onu ilgilendiriyor da olabilir bununla birlikte çevresinde veya dünyanın herhangi bir yerinde olan, yahut olacak olan bir şeyle de alakalı olabilir. Her ne ile ilgisi olursa olsun, sonuçta rüyanın bireysel bir tecrübe olduğu gerçeği değişmez. İslam’ın insanları sorumlu tuttuğu şeyler bellidir, bu sorumluluklara ‘farz’ deniyor ve farzların ne olduğu konusunda hemen hemen herkes hemfikir. İslam’da farz dışında bağlayıcılığı olan bir emir yoktur. Bu canipten bakılınca, rüyaların bireysel olarak bağlayıcılığı olmadığı gibi bir kişinin rüyasının herhangi başka birini bağlayıcı olması gibi bir durumun asla söz konusu olmadığı sonucu ortaya çıkıyor. 

SADIK/SALİH RÜYA NEDİR?

İslam’ın rüyaya bakışında üç ana başlıktan söz etmiştik. Rahmani (İçerisinde güzel şeyler bulunan, ferahlatıcı ve huzur verici rüyalar), Şeytani (üzücü, ümitsizliğe sevk edici ve can sıkıcı rüyalar), Nefsani (Nefsin şehevani hislerini okşayan rüyalar). Bu üç rüya çeşidinden Rahmani olarak adlandırılan rüyalara Sadık veya Salih rüyalar da denilir. Bir rüyanın sadık/salih olmasına delil olarak da o rüyanın içerisinde Hazreti Peygamber Aleyhiselamın bulunması aranır. Rüyanın içerisinde o varsa rüya sadık/salihtir denilebilir. Ya da rüyanın sonradan gerçekleşen bir olayla gerçekten alakası olup olmadığının görülmesiyle o rüyanın sadık olduğu anlaşılır. Yine de rüyanın bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Hala bireysel bir tecrübedir ve birey dışında bağlayıcılığı söz konusu değildir. Rüya meselesi diğer yandan çift ağzı da keskin bir kılıç gibidir. Görenin gördüğü rüyayı saklaması, yorumlamaması özellikle de kimseye anlatmaması tavsiye edilmiştir. Bu bireyin ve toplumun selameti için üzerinde durulması gereken bir hassas noktadır. 

Bununla ilgili hadis kitaplarında nakledilen bir vakayı aktarmak isterim, sahabenin biri sorar: "Ya Resulallah, rüyamda başımın benden ayrı bir şekilde önümde gittiğini gördüm, acaba ne demektir?" Peygamberimiz şöyle cevap verir: "Şeytan seninle dalga geçmiş, bunu sakın başkalarına anlatma!"

Rüyalara hadislerde de geniş yer verilmiştir. Bunlardan biri Tirmizi’de geçen şu Hadis-i Şeriftir, “Risalet ve nübüvvet bitti. Benden sonra ne bir nebî gelecektir, ne de rasul... Lâkin "mübeşşirat" vardır. Sahabe "Mübeşşirat nedir Ya Resulallah" diye sorar. Hz. Peygamber "Müslüman kişinin gördüğü rüya" der. O, nübüvvetin cüzlerinden bir cüzdür." (Tirmizi, Rüya, 2)

Buna dair son cümle olarak; İslam’a göre peygamberlerin rüyaları dışındaki hiçbir rüya bağlayıcı değildir ve o rüya ile amel edilmez. 

FETULLAHÇI YAPI RÜYALARI NASIL VE NEDEN KULLANDI?

Bu yapının rüyalarla ilgili serüveni yeni değil. En başından bu yana, sürekli olarak birileri rüyalar görmüş ve bu rüyalar sonucunda başka birileri bir takım adımlar atmıştır. Bu şaşmaz çark yıllardır döndürüldü hala da dönmeye devam ediyor. Fetullahçı yapının rüyalara bu kadar bağlı olmalarının ve önem vermelerinin bazı sebepleri olmalıydı. Bunlardan en mühimi ’İlahî tasdik’e mazhar olmaktır. Bir önceki yazıda bu grubun kendilerini ‘üstün seçilmişler’ olarak gördüklerine ve Fetullah Gülen’e diğer insanların üstünde bir makam verdiklerine değinmiştik. Eski Türk devlet anlayışında var olan liderin tanrı tarafından seçilip görevlendirildiği Kut’un bir benzeri de bu yapı için söz konusu. 

Yapı kendi müntesiplerini kendilerine bağlı tutmak  ve onların gerçeklikle karşılaştıkları tereddütleri gidermek için ya da diğer tabirle safları sık tutmak için rüyaları sıkça kullanmaya devam ediyor. Bununla ilgili bazı örnekleri linkteki haberde bulmanız mümkün.

( http://www.hurriyet.com.tr/feto-ruyalara-sarildi-gulenin-kopan-kolu-yapisti-40341450)

Bir çok kesimden birçok insana onlarca farklı yol izleyip yaklaşarak bu kişileri bir şekilde kendi kurdukları çarkın içerisine dahil ettiler. Ardından bu kişileri kurdukları güç, para, bürokrasi, jürokrasi ve siyaset imparatorluğuna katkıda bulunması için kullandılar. Bu süreçte onlara seçilmiş oldukları fikrini aşılamakla meşgul oldular. Bunu yaparken de bir punduna getirip rüyaları devreye soktular. Anadolu’nun yahut dünyanın bir yerinde X abi/abla bir rüya görür, bu rüya önceden hiç karşılaşmadıkları Y abi/ablayla ilgilidir. Rüyada Y abi/abla için büyük müjdeler vardır ama bunun olması için Z vakfına şu kadar ‘’himmet’’ etmesi şarttır. Bu örneklendirme, sistemin en basit işleyişini anlatıyor. Bir de ‘mahrem rüyalar’ ve ‘yakaza’lar vardır. Bunlar daha mühim ve hayati konularda devreye sokuluyor. Genelde herhangi bir iş için görevlendirilen yapı mensubunun kendisine verilen görevi sorgulamaması için rüyalar devreye giriyor.

Burada bir parantez daha açalım. Fetullahçı yapının bu rüyaları bir ‘ilahi tasdik’ olarak kullandıklarını belirtmiştik yukarıda, bunu açmak isterim. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bu yapının geçmişine ve Türkiye’de yaşanan ‘olağanüstü’ olaylara tekrardan bakmak ihtiyacı doğdu. Bunlardan ilk akla gelenler yakın tarihte gerçekleşen Danıştay saldırısı, Hrant Dink cinayeti, Zirve Yayınevi Katliamı ve Paris infazlarıdır. Biraz daha geriye gidince Necip Hablemitoğlu suikasti ve Adnan Kahveci suikasti gözümüze çarpıyor. Zikrettiğimiz olayların her birinin bir noktada Fetullahçı yapıyla alakası olduğu ortaya çıktı. Deliller iyice incelenince gözden kaçırılan birçok detay da eminim gün yüzüne çıkacaktır. Yapı, bu eylemleri gerçekleştirmek için kendileriyle alakası olmayan ya da onlar kullanılarak kendilerine ulaşılamayacak tetikçiler kullanmıştır. Bu tetikçileri yönetip yönlendiren emniyet, istihbarat ve bürokrasi ağı ise yapının devlet içerisinde yerleştirdiği kendi adamlarıdır. İşte rüyalar ya da yakazalar burada devreye giriyor. Yapılan eylemin büyüklüğü ve muhtemel sonuçları,  bağlılıkları ne kadar kuvvetli olursa olsun yapı mensuplarının kendilerini ve yaptıkları işi sorgulamalarına neden olabilecektir. Burada herhangi bir talimat vermeden önce oluşturulan uygun atmosfer sonrası anlatılan rüya yahut yakaza, o işte kullanılacak yapı mensupları için ‘ilah bir tasdik’ olarak algılanacak ve yapılan işler sorgulanmadan uygulanacaktı. Geriye dönüp baktığımızda aklımıza ilk, bir grup ya da bir insan nasıl böyle tutarsız, çılgınca ve zalimce işleri hiç tereddüt etmeden gerçekleştirir sorusu gelir. Bu sorunun cevabı nitelikle olacak birşey de yukarıda bahsettiğim rüyaların kullanılmalarıdır.

Not: Yazı dizisi devam edecek…