BAŞBAKAN Erdoğan’ın çağrısı üzerine Fethullah Gülen hemen döner mi? Hemen dönmez! Neden mi? Çünkü ‘Başbakan çağırdı, döndü’ imajını vermek istemez...

Fakat Başbakan’ın bu jestini karşılıksız da bırakmaz. Bir mesaj yayınlayarak teşekkürünü bildirir, “uygun zamanda zaten dönmek istiyorum” gibi, zamanlamayı elinde tutan bir şeyler de söyleyebilir.

Bu satırları dün saat 14.00 civarında yazıyorum.

Bakalım yanılacak mıyım? İlerleyen saatlerde bu yönde veya başka türlü bir açıklama gelebilir; ben de yanılıp yanılmadığımı o zaman göreceğim.

Görüş farkları olacak

Başbakan Erdoğan’ın çağrısı cemaat çevrelerinde büyük memnunlukla karşılandı. Hatta Hüseyin Gülerce “Başbakan bu jestiyle kalbimizi fethetti... Biz böyle gönül insanlarıyız” dedi.

Başbakan doğru yapmıştır zira nihayet insan haklarıyla ilgili bir durumdur. Bu açıklamayla aralarındaki gerilimin kalktığı da açıktır. Ama tabii eskiden olduğu gibi bazı konularda görüş farkları olacaktır: Mavi Marmara olayında Gülen, hükümetten farklı açıklamalar yapmıştı.

Çevresinde söylendiğine göre, son olarak da “ne lüzum vardı kürtaj meselesine, durup dururken gerginlik çıktı” anlamında şeyler söylemiş mesela...

Merhum Ecevit’le de ilişkilerinin çok iyi olduğu bilinmektedir. Deniz Baykal, “Türkçe Olimpiyatları”na davet edildi değil mi? Gülen’in isteğiyle gönderildi bu davetiye.
Böyle bir kimse ‘Başbakan söyledi, geldi’ imajı verir mi, sanmıyorum.

Gelir ama ne zaman?

Gülen’in hiçbir hukuki sorunu yok. 28 Şubat’ta yapılmadık teftiş, açılmadık soruşturma kalmamıştı. “Terör örgütü kurmak ve yönetmek”ten(!) hakkında açılan dava beraatla sonuçlandı. 28 Şubatçılar bile okullar hakkında disiplin cezası verilecek bir şey  bulamadı. Gelmesine hukuki engel yok.

Gelmeyişinin sebebi, gerilimlere, ateşli tartışmalara sebebiyet vermek istememesidir. Gülen’in bağlı olduğu dini gelenekte, “fitne”ye sebebiyet vermekten sakınılır.

Türkiye’ye gelerek “bu topraklarda son nefesini vermeyi” yürekten istediği de bir gerçek... Onun için kısa sürede değil, sakin bir konjonktürde, olabildiğince sessiz sedasız, nümayişsiz, gösterişsiz gelmek isteyeceğini sanıyorum.

Ne zaman geleceğinden daha önemlisi, Gülen hareketinin neden bu kadar yaygın bir kitleye, okumuş, eğitimli bir nüfus kesimine, yeni girişimci bir sınıfa dayandığının bilimsel metotlarla araştırılmasıdır. Bu mesele ayrı bir yazı konusu, şimdilik şunu söyleyebilirim, dindarlıkla modernliği uzlaştırdığı için...

Hukukta öngörülebilirlik

Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir karar verebileceğini, 4 Mayıs günlü Hürriyet’te, Prof. Ali Ulusoy’a da referans vererek yazmıştım. Bu bir “istihbarat” değildi. Olamazdı da, çünkü daha mahkemenin raportörü bile dosyanın kapağını açmamıştı.

Öyle yazmıştım, çünkü hukuken “öngörülebilir” bir konuydu: Meclis’in seçtiği cumhurbaşkanının süresi 7 yıl, halkın seçeceği cumhurbaşkanının süresi 5 yıl...  Anayasa’da yeniden seçilme yasağı yok, tekrar seçilebilirler!

Bu meseleyi çok önemseyişimin sebebi budur: Hukukun modern toplumdaki en önemli işlevlerinden biri “öngörülebilirlik” yaratmasıdır.

Bunun tersine, eğer toplum hayatında beklenmedik içtihatlarla, tuhaf kararlarla, ölçüsüz hükümlerle hukuk “sürpriz”ler yaratıyorsa, yolundan çıkıyor demektir! Önemsiz mi bu?!!

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)