Yargı, egemen siyasi paradigmanın etkisiyle ve \'Önce devleti korurum\' çizgisi içinde hareket etmeye alışıktır. Bu kültürün bittiği söylenebilir mi?

Sabahtan telefonlarım çalmaya başladı. Anladım ki ‘operasyon’ var. Yanılmamışım, söyleyecek sözüm kalmadığı için telefonları kapattım. KCK iddiasıyla yapılan gözaltılar, tutuklamalar sürüyor. Görüldüğü kadarıyla da devam edecek.
Gazete köşelerine yöneldim. Fehmi Koru’nun yazısının başlığı ilginçti: “AKP ne yapmak istiyor diye soranlara” cevap vermeye çalışıyordu.
“Fehmi Koru, bu başlığı attığına göre bir bildiği vardır” diyerek merakla okudum. AK Parti’nin ‘kaybedenler kulübü’ne namzet olduğunu söyleyenlerden yola çıkan Koru, bu iddiaları gerçekçi bulmamakla birlikte şöyle bir değerlendirmede bulunmayı da gerekli görüyor: “Suçlar ve suçluların üzerine taviz verilmeden gidilmeli ancak adaletten de şaşılmamalıdır. Bitmek bilmeyen yargılamalar, cezaya dönüşen tutukluluk halleri, ülkenin imajını karartan fikir özgürlüğüne ilişkin yanlış uygulamalar birkaç çağdışı yasa maddesi yüzünden; onların bir ‘reform paketi’ içerisinde değiştirilmesi başta savcılar ve yargıçlar olmak üzere herkesi rahatlatacaktır. Cezaların amacı kişilerden intikam almak değil, başkalarını benzer suçlar işlemekten caydırmaktır.”
Geçen gün Odatv davasına bakan hâkimin bir açıklamasına tanık oldum. Hâkim, Nazlı Ilıcak’ın, “Yakında Ahmet Şık, Nedim Şener tahliye olacak” şeklindeki öngörüsüne, “Ben bu davaya yeni atandım, dosyalara hâkim değilim ki” şeklinde bir cevap vermişti.
İnsanın bir gün bile haksız yere tutuklanması, hukukun ve adaletin en istemediği şeydir. Bu nedenle tutuksuz yargılanmak esas alınır. Tutuklama bir zorunluluk halinde devreye girer.
Binlerce insan son dönemde siyasi nedenlerle tutuklandı. Birçoğu duruşmaya bile çıkarılmadı. Bir sene sonra başlayan yargılamalara bakıyoruz, hâkim dosyayı yeni görmüş oluyor.
Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu aylardır hapisteler. Haklarında ne iddianame hazırlandı ne de ne zaman mahkemeye çıkacakları belli. Onların üzerine aynı mantıkla yeni tutuklamalar sürüp gidiyor.
Bir ülkede bu kadar çok siyasi tutuklu varsa, bunlar yargı önüne çıkarılmadan aylarca, yıllarca içeride yatıyorlarsa ‘demokratik bir rejim’den söz etmek zorlaşır. 

Şiddetten kurtulmak
“Darbeler ve askeri vesayet dönemini geride bırakmak ve bir daha geri dönemez hale getirmek” gerekçesi ciddiyetini koruyor. Bu yüzden toplumda Ergenekon davası özü ve niteliği nedeniyle destek gördü. Üstelik o davanın ilk dönemlerinde kritik günler yaşandı, ciddi engellerle karşılaşıldı.
Kürt sorunu zor bir sorun. Burada da ‘operasyonlar’ın ‘güvenlik’ amaçlı olduğu savunması yapılıyor. Her ‘operasyon’un ardından değişik düzeyde ‘efsaneler’ medyaya malzeme olarak veriliyor. “Büşra Ersanlı’nın eski eşinin Yahudi, kendisinin 40 sene önce bugün suç olmayan bir maddeden yargılanması” türünden yargı dışı öyküler üretildi.
Fehmi Koru da ‘cezaya dönüşen tutukluluk halleri...’ ifadesini kullananlardan.
BDP’li eski milletvekillerini, belediye başkanlarını ve partinin kalan yöneticilerini de hedef alan tutuklamalar sürüyor. Bu tutuklananların da aylarca mahkeme önüne çıkarılmayacaklarını, aylarca, yıllarca hapis yatacaklarını öngörebiliyoruz.
‘Cezaya dönüşen tutukluluk halleri’ diyor Fehmi Koru. Bunun için kanun değişikliği öneriyor. Şu soruyu sormak zorundayız: “Ortaya çıkan tablonun asıl nedeni kanunlar mı? Yoksa zihniyet mi?”
Türkiye’de insan hakları, birey hakları ve özgürlükler temelli bir hukuk sistemi kurulmamıştır, kurulamamıştır.
Yakın tarihimiz, yargı ve mahkeme kararları facialarıyla dolu.
Yargı kurumu, egemen siyasi paradigmaların etkisiyle ve “Önce devleti korurum, birey ikinci planda gelir” çizgisi içinde hareket etmeye alışıktır. Bu kültürün bittiği söylenebilir mi?
Militarizmin kısmen üstesinden gelebildik. Ama özgürlük karşıtı zihniyet yerinde duruyor.
En çok Fehmi Koru’nun son cümlesi dikkatimi çekti: “Kürt sorunu da çözülecek merak etmeyin”
Ben de onu merak ettim...