Şaka konusu olmaktan çıktı... Eskidi de... Eh, “İskoçya’da etek giyen refiklerimizle” ilgili çevrilmedik geyik de kalmadı.

Nerden icap etti peki bu etek yazısı?

Şurdan:

Etek olayının faillerinden biri, önceki gün, yeni etek fotoğraflarıyla birlikte, “etek savunusu” diyebileceğimiz bir yazıyla çıktı okurun karşısına ve etekli haliyle dalga geçerek, olası eleştirileri savuşturmaya, bir anlamda işlevsizleştirmeye çalıştı...

Başardı mı?

Hayır başaramadı.

Dudaklarda buruk bir tebessüm bıraktı sadece.

Parodiyi parodileştirirseniz, gülünç olursunuz. Bırakın tebessüm ettirmeyi, ağlatırsınız... Böyle çok ağlamışlığım vardır.

Hele, “Erkek adam etek giyer mi?” türünden, hangi karşılığı alırsanız alın, müşkülünüzü kolaylaştıracak sorular sorarsanız, yani işi karşı tarafın anlayışına ya da anlayışlığına bırakırsanız, bir de sopalık olursunuz...

Soru, bir önermedir aslında ve kendi içinde cevabını barındırmaktadır... İşte efendim erkek adam entari giyer, zıbın giyer, “fırfırlı don” giyerse, pekâlâ etek de giyer, vs...

Fakat, yine de sıkıntılı bir durum bu... Erkek adam etek giydiğinde erkekliğine halel gelmiyorsa, hem erkekliğe (kadın rolü karşısındaki erkekliğe) ekstra bir “değer” atfetmiş, hem de zımnen eteği (kadın giysisini) bir aşağılama nesnesi saymış oluyorsunuz.

Kurtuluşunuz yok yani...

Rahmetli Kemal Tahir’in ifadesiyle, “Sopalıksınız ki, hem ne biçim sopalıksınız...”

 

Kendi etekli halleriyle dalga geçen ve “Ne var bunda, bakın çatır çatır etek giyiyoruz, erkekliğimize de halel gelmiyor” demeye çalışan arkadaşların bir de “etek sabıkaları” var ki, sopa da kifayet etmiyor durumu düzeltmeye...

Hani, “Tansu Hanım tak diye emreder, ben şak diye yaparım” diyen dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş’e etek giydirmişlerdi... Hem etek üzerinden “erkeklikle” özdeşleştirilen bir mesleği vurmuşlardı, hem de siyasetin emrinde olduğunu söyleyen, yani “olması gereken” durumu işaret eden bir komutanı aşağılamışlardı.

Bu yazıdan amaç, etekli arkadaşlarıkendi çelişkisinden vurmak değil.

Neresini vuracaksın ki?

Hayatı bir “çelişkiler silsilesi” olarak yaşayan bir insanı kendi iddiasından vursan ne olur, vurmasan ne olur.

Mazurdurlar...

Fakat, “etekli efradı” içinde benim dikkatimi en çok Mehmet Yakup Yılmaz refikimiz çekti.

Duruşu, ciddiyeti ve “eteği taşıyan” düzgün bacaklarıyla fark yaratıyordu.

Bu da bir artıdır nerden bakarsanız bakın... Eteği taşıyabilen var, taşıyamayan var... Mehmet Yakup Yılmaz, eteği taşıyabiliyor. Bu iyi...

Kasmıyor.

Bu da iyi...

Hele, şömine önünde bir pozu var ki, “Budur!” dedirtiyor.

Hemen bütün fotoğraflarda gözümüze çarpan mağrur, başı dik, uzak ufukları tarayan Mehmet Yakup Yılmaz görüntüsü, hem işe ciddiyet katıyor, hem de damaklarda eşsiz bir “Breavheart tadı” bırakıyor.

Hemen belirtelim: Mehmet Yakup Yılmaz 13 yaşında Marksizm’le tanışmış, tanışış o tanışış, hayatını bir Marksist olarak yaşayan önemli sosyalist yazarlarımızdan biridir, basın emekçilerinin maaşına haciz koydurmakla ünlüdür.

Gerçi sosyalist çevreler, “Biz böyle bir sosyalist yazar tanımıyoruz, hiç duymadık” diyorlar ama beyan esastır.

Bir beyanını daha hatırlatıp, bu yazıyı kapatalım.

Buyuruyor ki Mehmet Yakup Yılmaz: “İskoçlar, eteğin altına külot giymezler...”

 

Eyvallah...

(STAR)