Yiten bir güzelliği türkülüyorum, ölümsüz bir kalıba sokuyorum yaşamı...

Hep söylerim ya eylül benim için hüzün!

Bir iç çekişin kanadında, zorlukların nice sözcükleri takılır aklıma, o akşamüstleri, tiril tiril titreyen ağaçların yaprakları, üzerinden geçen göçmen kuşlar...

Çürümüş yaprakların devingen kokusunu çekerim içime.

Yaz bitmiştir artık...

Gökyüzü acemi, gökyüzü yapayalnız...

Yaz akşamlarında yıldızlarla konuştuğum saatleri özlerim.

Onat Kutların dizelerini mırıldanırım kendi kendime, boşalan bir kıyı kasabasında...

Avunurum işte böyle:

Eylül mezarlıklarından şimdi her gece

ellerinde fenerleriyle geçen arkadaşlarım

oturup düşündüm unutkan bir ülke eylül

herkes unutuyor ancak bir deniz sofrasında

durulunca hazları tenin ve bütün kitaplar

hatırlıyoruz, ne kadar yoksuluz çocukluğumuzda.”

***

René Charın karanlıklarının sevinçle kaplı ince güzelliğini arıyorum nar ağaçlarının dallarında... Akşam güneşinin batışını... Çocukların salıncaklarda sallanışını...

Nereye gittiği hiç önemli değil zamanın... Kuş sesleri sabah uyandığımızda... O bahçede kopardığımız lavanta çiçeği...

Yıllar geçti...

Fırtınalar bitti... O hüzünlü özgürlük bile çoktan yok oldu...

Şimdi başını göğe kaldır istersen...

Bir parça mavi kopar, eflatun, yeşil...

Saçlarına tak bir sonbahar sabahında.

Ve Onatı oku yüksek sesle, Turgut Uyarı, Oktay Rifatı, Cemal Süreya:

Mutsuzluktan söz etmek istiyorum

Dikey ve yatay mutsuzluktan

Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun

sevgim acıyor

...........

Biz giz dolu bir şey yaşadık

onlar da orada yaşadılar

Bir dağın çarpıklığını

bir sevinç sanarak

***

Yaşamın hiçbir çekici yönü kalmadığı gün, içimizde güneşin ve ışığın söndüğü gündür, sakın unutma...

Bırakın yaşayayım daha bir süre... Özgür olarak başkalarına karşı... Özgür olarak kendime karşı... Bırakın gideyim buralardan... Dostça ağaçlarla... Dostça denizle... Taşlarla, yağmurla, güneşle... Hiçbir bağdan kopmadan.

Görmek istemiyorum kan göllerini, kızıla boyanmış ırmakları, ölü balıkları...

Kurulmuş bir içki sofrasında beyaz peynir, kavun ve bir şişe rakı...

Gidip konuşayım balıkçılarla doğan güneşe karşı...

***

Ve haykırayım Cemal Süreyanın dizelerini bir deniz kıyısında:

Eylüldü.

Dalından kopan yaprakların

sararan yanlarına yazdım adını

Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.

Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.

Eylüldü.

Dili geçmiş bir zamandı yaşadığımız

Adımlarımızın kısalığı bundandı

Bundandı gözlerimin durgunluğu.

Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,

ellerin kadar ıssız,

sen kadar zamansız molalar veriyordum

Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.

Eylüldü.

İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,

şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun.

Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde.

Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman

En çok sesini aradım.

Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.

Gözlerini sildi zaman..

Dedim ya... Eylüldü.

Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.

***

Geriye doğru giden şimdi benim, sizin, hepimizin sesidir...

Yaşamın sesi, zamanın sesi...

Eylül benim için hüzündür tıpkı Onatın dizelerinde olduğu gibi:

Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin / unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz / ölü balıklar geçiyor küçük bir deniz sofrasından / ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım / durmadan düşünüyorum ne kadar çok öldük yaşamak için.