Doğduğum ülke gibi yaşadığım ülkede yerel seçim süreci yaşıyor şu sıralar.


Britanya halkı 22 Mayıs’ta yerel yönetimlerini seçmek için sandık başına gidecek.

 
Seçimlerde  aralarında 32 Londra belediyesininde bulunduğu ülke çapında 160 yerel idare ve 4 bin 161 meclis üyesi belirlenecek.


İngiltere’de de yerel yönetimlere aday olan politikacılar halkın oylarını almak için seçmenlerin kapısını çalıyor.


Evet, gerçekten kapısını çalıyor hem de tek tek her seçmenin evini ziyaret ederek 22 Mayıs seçimlerinde oy talebinde bulunuyor.


Parti liderleri meydanlarda mitingler düzenlemiyor, seçim ve siyasetin bir kültür olarak yerleştiği Britanya’da Türkiye’dekine benzer miting geleneğine pek rastlanmıyor.


Seçim kampanyalarında halka açık toplantılar, nadiren ve birkaç yüz kişiyi geçmeyen kapalı salonlarda yapılıyor.


Demem o ki, yerel seçimlerde parti liderlerinin seçim kampanyalarına katılımı, istisnalar dışında pek alışılmış bir durum değil.


Sokaklar parti flamalarıyla donatılmadığı gibi, kağıt israfı ve çevre kirliliğine de tanık olmaz Britanya halkı.


Halktan oy talep eden adaylar ve yerel parti yöneticileri, genellikle haftasonları seçim bölgesini gezerek, bizzat seçmenle doğrudan temas kurar.


Aday kendisini tanıtıp, vatandaşın beklentilerini dinler. Tanıtım için, parti teşkilatı tarafından hazırlanan broşürleri dağıtır ve seçim günü sandıktan çıkacak sonuca bağlıdır, halkının inancı.


Dar bölge seçim sistemi nedeniyle en çok oyu alan aday, yerel veya merkezi parlamentoya seçilir. Politikacılar verdiği hizmet ve performansı ile tekrar aday gösterilir ya da gösterilmez.


Seçim kampanyaları, ölüm kalım mücadelesine dönüştürülmediği gibi, her seçim döneminde politikacıların özel hayatlarına müdahaleye kadar vardırılan kirli siyasete de başvurulmuyor.


Savaş değil, adı üzerinde seçim yapılıyor.


Çünkü, demokrasi de bunun için var.