Yatak odasında gardırobundaki eşyaları topluyordu. İçini çeke çeke, kızgın, kıyafetleri hızlıca, alelade katlıyor, yerde duran valizin içine savuruyordu. Sinir içinde, yapmak zorunda olduğu, görev gibi gördüğü toplamayı aniden bıraktı ve yatağa oturdu. Sessizlik canını iyice sıkıyordu. Beyaz duvarlara gözünü dikti. Uzun bir süre öyle baktıktan sonra duvarın tavanla kesiştiği yerde dolaba doğru hareket ederek sarkmaya çalışan örümceği umursamadı. Gardırobun yan köşesinde tozlanmış naylon torbayı fark edip içinde özenle katlanmış, sararmış eski gazeteleri buldu. Hareket etmek istemeyen vücuduna zorla bir komut verdi ve ayağa kalktı. Torbaya uzandı. Gazeteleri teker teker torbadan çıkarıp birini eline aldı. Sayfaları açıp bakmaya başladı. Kelimelerin yutulduğu dua okumalarında olduğu gibi dudaklarını kısık sesle kıpırdatarak ilk manşet haber satırını okudu. “Haydarpaşa tren garının önünde iki tanker çarpıştı. Tehlike geçmedi.” Yüksek sesle “Evet geçmedi, geçmiyor hala” dedi.

Yıllanmış kağıt kokusu içine işledi. Sabahları babasının oturma odasına sırtı dönük şekilde masaya oturup gazetenin her iki kanadını serip her sayfasını saatlerce nasıl da dikkatle okuduğunu anımsadı. Gazeteyi okurken kimseyi duymazdı. Duymak da istemezdi. Yanında yudumlayarak asla bitiremeyeceği çayı olurdu. Televizyon sesi evdeki kalabalık gürültü patırtıda boğuk ve baskın kalırdı. Yazlıkta, balkonda, evde, salonda hiç fark etmez evin hengamesinde babasının kendisine yarattığı bir küçük köşesi hep olurdu. Babasını gazete okurken izlemek ona derin bir huzur ve güven veriyordu. Aldırış etmediği bu “dünyada” sanki onun da yeri vardı. Sararmış gazetelerde bu huzuru ve yandaşlığı tekrar yaşamak istedi. Ama aynı sessizliğin sakinliğinde değildi. Babasının ölmüş olması gerçeği bu soğuk sessizliği mi getirdi? Huzur ve güven ne demek? Dolap kapağının kulaklarını ürküten gıcırtısı bir anda gelen anıların sıcaklığını unutturdu ve yerini üşümeye bıraktı.