Kurmaya çalıştığı sistemin hem ürünü oldu, hem kahramanı, hem de şimdilerde kurbanı...
Türkiye'nin son 30 yılına yön veren, damgasını vuran en önemli kişilerden birisi...
Günahıyla sevabıyla bugün geldiğimiz noktada rolü büyük.
Ertuğrul Özkök üzerinden bir Türkiye okuması yapabilirsiniz.
Elimde onun yeni kitabı...'Yedi Büyük Günah'
Müthiş.

Kurgusuyla, içeriğiyle, üslubuyla çok sağlam. Altını çize çize okudum. Yazılarında görmediğimiz netlikte analizler, sentez ve düşünceler...

Kitabı çok sevdim, bana aynı zamanda Türk medyasının 1 numaralı portresi ve Türkiye üzerine düşünme fırsatı verdi.
Bunu konuşalım.

Biz ülkemizi, Özal döneminden bu yana Ertuğrul Özkök'ün yaptığı Hürriyet gazeteleri çerçevesinden algıladık.
Yedi Büyük Günah, 266 sayfalık, akıcı dille yazılmış bir kitap. Okurken, 'Ertuğrul Özkök bu kitabı niye yazdı?' sorusuna yanıt aradım.
Her şeyden önce günah çıkarmak için...
Samimi, hiç kuşkum yok.

O, Özal'dan bu yana serbest piyasa ekonomisinin en ateşli savunucusu.
Yönettiği 'amiral gemisi gazete'nin pusulası küreselleşmeydi. 
Acaba bunu günah saymalı mıyız?
Popüler kültür ve pop gazeteciliğinin bizdeki mimarı. Sadece kendisi değil, yetiştirdiği gazeteciler de bu sistemin 'taşıyıcısı' oldu.


AKP'nin gelişinde rolü yok mu?

İslami duyarlılığı yüksek toplumsal tepki üretiminde ve bu dinamiklere yaslanan iktidarların gelişinde katkısı yok mudur?
'Kitlelerin çözülüşü'...

Hiç kuşkusuz büyük gazeteci. Bir trend yaratıcı. Konuşulmayı ve tartışılmayı hep başardı. Şimdi de öyle.
Kendisini de popüler kültürün figürü haline getirdi. Gazetecilikle ilgili standartları değiştirdi. Hem olumlu hem olumsuz manada...
Siyaset üzerinde de etkili muazzam bir gücü o yönetti. Üstelik siyaseti de sevmemesine rağmen. Pragmatist kişilik. Entelektüel donanımı müthiş. Hayata eğlence penceresinden bakıyor. 

'411 el kaosa kalktı' manşetini de attı, AKP'yi kapanmaktan kurtaracak manşeti de... Davadan bir önceki 'Erdoğan-Özkök Dolmabahçe zirvesi'... Kamuoyu yarattı. O olağanüstü esnekliğini son iki yılda da sürdürebilseydi tarihe çok farklı yazılacaktı. AKP karşıtları onu hep bu iktidarı getiren medya gücü olarak gördüler. Kader şimdi onu farklı bir noktaya taşıdı. Kitabı önyargısız okursanız, geçmiş tecrübeleri ışığında Ertuğrul Özkök'ün bugün savunduğu değer ve ilkelerin Türkiye'nin geleceği için samimi analizler olduğunu düşüneceksiniz. 


Dinle ilişkisi gerilimli

Yedi ayrı kurgu hikayede ve hepsinin sonundaki tartışma platformunda Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzüncü yılına ilişkin hedefler ve yeni bir ülke hayali yer alıyor. Küresel çapta ilgi çekecek tarihi jestler öneriyor, dikkate almaya değer.
Seçtiği fantazi olaylar ses getirecek, tam büyük bir gazetecinin kaleminden çıkacak türden.
Tartışmalar ise provokatif.

Önce; 'bu yüzyılda demokrasi çoğunluğun değil, azınlığın rejimi olmalı' teması işleniyor.
O etkileyici bir sosyolog. Ama kişisel anlamda dinle ilişkisi problematik ve gerilimli. Bunu hissediyorsunuz.
Yanlış okumalarının kaynağı sanırım biraz bu gerilimle ilgili. Geri kalanı da topluma yabancılaşmasıyla...
Ertuğrul Özkök'den ayrıldığım bir nokta var. 'Bu yüzyılda halletmemiz gereken birinci konu inançtır' diyor. Buna katılmıyorum. Sonra açacağız.

Kitabın 41'inci sayfasında burjuva sınıfının nasıl bir anda dönüşüp, muhafazakar görünüme büründüğü bölümü ise çok çarpıcı. 


Stockholm sendromu, yeniden?

İkinci hikayede Çanakkale'nin isminin Troya olarak değiştirilmesi tartışılıyor. Ertuğrul Özkök en sert muhalefetini Ergenekon-Balyoz-Oda TV davalarıyla ilgili  olarak bu kısımda dile getiriyor. 'En büyük insan hakkı ihlalleri, hukuk cinayetleri, ileri demokrasi adı altında işlendi' diyor.
Ciddi 'tek adam' eleştirileri var. Milli irade kavramını yapı sökümüne uğratıyor. Çoğunluk tahakkümü ile ilgili endişeleri yaygın ve güçlü. Birey odaklı yaklaşımları belki hiç olmadığı kadar etkin. Askerin bir daha geri dönmemek üzere kışlasına çekildiğini söylüyor ama bu kez polisin bir tehdit olduğunu düşünüyor. Murat Belge üzerinden aydın eleştirisi yapıyor. 'Tek arzuları askerin tasfiyesiydi' diyor ve 'bu olunca her şey bitti zannettiler' diye devam ediyor. İktidarın, her geçen gün artan popülerliğinin otoriterleşme eğilimine yol açmasından rahatsız. Geniş kitlelerin ve medyanın tutumunu ise 'Stockholm sendromu'yla açıklıyor.


Türkiye melezleşir mi?

Ertuğrul Özkök, Edgar Morin'i sever. Onun 'bir ülkenin gerçek bir medeniyet olarak tanımlanması için kozmopolit yapıya sahip olması gerekir' tezini hatırlatıyor. ABD'nin kozmopolit, AB'nin ise homojen olduğunu vurguluyor ve Türkiye'ye ilişkin işte böyle bir yüzüncü yıl hayali kuruyor. 'Türkiye'nin melezleşmeye ihtiyacı var' diyor.
Ekonomideki başarıları övüyor. Fakat bunu biraz Çin, biraz Rusya modellerine benzetiyor. 'Türk modeli için demokrasi demek zor' görüşünde.

'Türkiye'nin biraz değil bayağı depolitize olması gerekir' diyor. Onun günahı burada. Muhafazakar kesim hariç herkes depolitize oldu bile. Bunu, tam da Ertuğrul Özkök'ün hayal ettiği gibi küresel sisteme tam entegre serbest piyasa ekonomisine borçluyuz!

NOT
: Türkiye muhafazakarlaşıyor mu serisine yarın Ertuğrul Özkök'ün kitabındaki yaşam tarzları üzerinden İzmir modellemesiyle devam edeceğiz.
 
(Akşam gazetesinden alınmıştır)