\"Adil yargılanma, gözaltındayken kötü muameleye uğrama, sanıkların yakalanma ve tutuklanmalarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi\'ne uygun olup olmaması, Ergenekon sanıklarının neyle suçlandıklarını bilmeden yıllarca hapis yatmaları...\"

Bu iddialar, eski polis şefi Adil Serdar Saçan, emekli Albay Levent Göktaş ve gazeteci Tuncay Özkan tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi\'ne 13 Aralık 2011 tarihinde yaptıkları başvuruda dile getirilmişti. AİHM bu başvuruyu geçen günlerde sonuçlandırdı. Ergenekon sanıklarının Türkiye aleyhine açtıkları davayı dayanaktan yoksun olma gerekçesi ile reddetti.

Bu toz duman arasında fazla da dikkat çekmeyen bu kararı, insan hakları savunucusu ve avukat olan, Radikal yazarı Orhan Kemal Cengiz\'in Radikal gazetesindeki (17.02.2012) tarihli yazısında detaylı bir analizle okuyabildik. Yazıyı hepinize tavsiye ediyorum. Yazı, AİHM\'nin bu kararı Ergenekon davalarına ilişkin uzun süredir devam eden propaganda savaşlarının argümanlarını uluslararası hukuk açısından çürütmesinin yanı sıra, gazetecilik ile gazetecilik olmayan eylemlerin arasına evrensel hukuk değerlerinden bakarak bir sınır çiziyor.

Mahkemenin gerekçeleri ise şunlar:

* AİHM Tuncay Özkan tarafından dile getirilen işkence iddiasını \"dayanaktan yoksun\" bularak reddetti.

* AİHM Ergenekon sanıklarının \"ne ile suçlandıklarını bilmeden yıllarca hapis yatıyorlar\" iddiasını \"sanıkların Ergenekon üyesi olma şüphesiyle gözaltına alındığını ve yapılan sorgularda örgütün yapısı ve üyeler arası ilişkiler konusunda kendilerine sorular yöneltildiğini, suçlarının ne olduğunun da kendilerine söylendiği\" gerekçesi ile reddetti.

* AİHM her üç sanık için \"tutuklamayı gerektirecek bir şüphe yoğunlaşması olduğunu\" kabul edip tutuklamaları hukuka uygun buldu.

* AİHM bu kararı ile Ergenekon sanıklarından Adil Serdar Saçan\'ın \"Ergenekon örgütünün varlığın ortaya koyan pek çok delili ört bas ettiği soruşturmayı kasıtlı olarak engellediği...\", Mustafa Levent Göktaş\'ın \"Ergenekon\'a ait silahları sakladığı, insanları örgütsel faaliyet için fişlediği...\", Tuncay Özkan\'ın \"gizli devlet belgelerini temin ettiği, Ergenekon\'un kullanacağı programların yayınlanacağı bir TV kanalı kurup yönetmesi...\" iddialarını tutuklanmaları için meşru gerekçeler olarak gördüğünü söylüyor.

Yani AIHM bu gerekçelerle makul şüphe kriterinin yeterli olduğunu söyleyerek sanıkların tutuklanmalarını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi\'ne uygun buldu.

AİHM, sanıkların \"sorgulama koşullarının uzunluğuna\" ilişkin itirazları \"makul nedenler olmadan gözaltına alınma, mahkeme ağır çalışıyor\" iddialarını \"davanın karmaşıklığı dikkate alındığında bu davanın makul süreyi aşmadığını\" söyleyerek reddetti.

Sadece 2009–2011 tarihleri arasında Türkiye aleyhine 436 kez mahkûmiyet kararı veren AİHM; aynı zamanda başörtüsü hakkındaki başvuruyu reddeden, mahkemeye alt bilgi sağlayan Türk uzman profili itibarı ile de hükümetin fikriyatına yakın olmayan bir kadroya sahip olduğu bilinen bir mahkemedir. 1987\'den itibaren (AİHM\'ye bireysel başvuru hakkı Turgut Özal döneminde sağlandı) 25 yıldır Türkiye aleyhine yapılan yüzlerce başvuruyu değerlendiren ve bir çok olayda da Türkiye\'yi mahkûm eden AİHM\'nin Ergenekon kararını insan hakları hukuku uzmanları oldukça önemli buluyorlar. Bu hukukçulardan birisi olan Prof. Dr. H. Nuri Yaşar ile karara ilişkin uzun sohbetimizde ortaya çıkan tespitlerini şöyle özetleyebildim:

* Bu karar aynı zamanda Türk hukuk sisteminin yargılanması demektir.

* Bu karar ile Ergenekon savcılarının eli rahatlamış, bu davada Türk savcılarının hukuksuz davrandığı iddialarını uluslararası hukuk reddetmiştir.

* Tuncay Özkan\'ın işkence iddiasına karşı mahkemenin tutumu ilginçtir. AİHM özellikle işkence iddialarında çok hassas olmanın yanı sıra, böyle bir iddia durumunda hemen araştırmacılar gönderir ve genellikle de Türkiye aleyhine karar verirdi. Ancak bu sefer Özkan\'ın iddiasını araştırmaya bile gerek görmeden reddetmiştir. Bu uluslararası mahkemenin Ergenekon davasındaki yargılamaların şeffaf ve herkese açık olduğuna ilişkin kanaatinin güçlü olduğunu gösterir. Güneydoğu\'da en küçük bir terör olayında bile Türkiye aleyhine olağanüstü kararlar veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu sefer meseleyi farklı görmüştür.

Prof.Dr. H. Nuri Yaşar\'ın da üzerinde durduğu ve dikkat çeken bir başka husus da AİHM\'nin Tuncay Özkan\'ın yaptıklarını \"gazetecilik faaliyeti ve onun gereği olarak ifade özgürlüğünün korunması\" şeklinde ele almamasıdır. AİHM bu kararı ile aynı zamanda hükümetin gazeteci tutuklamalarına ilişkin \"gazetecilerin her yaptığı faaliyeti gazetecilik faaliyeti olarak değerlendiremeyiz\" tezini güçlendirmiş oluyor. Gazetecilik mesleğinin sınırlarını uluslararası hukuk ve evrensel değerler açısından çiziyor.

NURAY ve YAZMA ÖZGÜRLÜĞÜ

Türkiye\'de haklar ve özgürlükler savunulurken her dönem için \"bizim taraf\" öncelik sıralaması hiç değişmiyor. Belki de bu nedenle bu konuyu savunduğum birçok yerde \"dost olduğunuz için mi?\" sorusu ile karşılaşıyorum. Dostlarımız ile aynı fikirleri taşımak zorunda değiliz. Üstelik fikir birliği yaptığımız birçok insan ile dostluk yapamayız. Dostlarımız ile fikir ayrışmaları yaşamak da önemli bir sınavdır. Nuray Mert\'in yazılarına ara verilmesini tüm bunların ötesinde değerlendiriyorum. Kişileri tek tek savunmak meseleyi çözmez. Bunun yerine resmin bütününe odaklanmalıyız.

Yazma özgürlüğünün kısıtlanmasında medyanın yapısal sorunlarını hiç mi görmeyeceğiz? Cumhuriyet burjuvazisinin medyasında gazetecileri sakıncalı ilan eden geleneğin ortak paydasının çoğunlukla Kürt meselesi olduğuna hiç mi bakmayacağız? Yazarlarını özgürlük miti içinde feda eden medyanın zaaflarını ve sahiplerini hiç mi sorgulamayacağız? Gerekçeler her ne olursa olsun, isterse iktidardan, isterse sermayeden kaynaklansın; bu gerekçeleri üretenler de, boyun eğenler de kınanmalı. Bu arada \"bu ne biçim dostluk?\" diyecek olanlara peşinen cevap vereyim: Benim gibilerin sakıncalı olduğu dönemlerde, benimle dost olmaktan vazgeçmeyenler ile dostluğum hiç bir zaman bitmez...

(Yeni Şafak)