Türkiye-Yunanistan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi Toplantısının ilki 2010 yılında Atina’da, ikincisi ise 4 Mart 2013 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirildi. Yunanistan’ın Başbakan Antonis Samaras ve 12 Bakanla katıldığı bu toplantıya, Türkiye Cumhuriyeti de Başbakan R. Tayyip Erdoğan ve 10 Bakanla katıldı. Birinci buluşmada 22 adet, ikinci buluşmada da 25 adet işbirliği ve ortak hareket belgesi imzalandı.

 

Ortak hareket belgelerinin imzalanması çok önemli ama T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Yunanistan Başbakanı Andonis Samaras’ın önce Atina’da sonra da İstanbul’da, Bakanlarının eşliğinde görüşmeleri son yılların en önemli dış politik gelişmesi. Buna “Ortak Bakanlar Kurulu Toplantısı” da denilebilir. Zaten işin önemi de burada, bu mantıkta, bu vizyonda. 

 

Bu çok önemli toplantıyı keşke olanağım olsaydı ve yakından takip edebilseydim, katılımcılara sorular sorup bilgi alabilseydim. Bence 21. Yüzyıl içinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin yaptıkları “önemli” klasmanındaki toplantılardan bir tanesiydi bu, belki de en önemlisi.

 

Konuşulan konular, basına aksettiği şekli ile ticaret hacminin arttırılması, Ege uyuşmazlığı ile Kıbrıs sorununun çözümü, terörle mücadelede işbirliği, Azınlıkların mutlu hayat sürmesi ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması şeklinde. Buna her iki ülkenin Dışişleri, İçişleri ve Polis teşkilatlarının teröre kaşı ortak mücadele yapması da dahil.

 

Son yıllarda Türkiye ile Yunanistan arasındaki ikili ilişkilerde çok büyük bir ivme söz konusu. Bu toplantının önemini anlayabilmek için 55 yıl geriye gidip, arada geçen olayları yaşayarak bugüne tekrar gelmek gerekiyor.

 

1950’li yılların sonlarında Türkiye ile Yunanistan arasındaki dostluk ilişkileri ve yaklaşımlar özellikle Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes ile Yunanistan Başbakanı Konstantin Karamanlis arasında başlamış, T.C. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Yunanistan Dış İşleri Bakanı Evangelos Averof’un da büyük katkıları, yapıcı ve olumlu yaklaşımları ile dönemin en önemli konuları olan AET’ye yani bu günün Avrupa Birliği’ne giriş ve Kıbrıs konusunda mutabakatla sonuçlanmıştı.

 

Gerçekte bu ilişkileri zehirleyen Kıbrıs konusu oldu. Makarios’un adada Kıbrıslı Türkleri yok farz edip tüm adaya hakim olmak istemesi, neredeyse bir buçuk asır sonra düşmanlıkları bir kenara bırakıp dostluk köprüleri kurmaya çalışan Türkiye ile Yunanistan’ın arasını açarak, bu yakınlaşmayı sona erdirdi.

 

Keşke hırslar mantığın önüne geçmeseydi ve bu dostluk, bu yakınlaşma sona ermeseydi. Boşu boşuna silahlanma için her iki ülke tarafından harcanan paralar, uzun vadede Yunanistan’ın mali olarak çökmesine mal olurken, Türkiye’nin de ekonomik gelişmesine takoz koydu, yavaşlattı.

 

Yunanistan’ın –belki kendi adına haklı bir gerekçe sayılabilir- “Düşmanınım düşmanı benim dostumdur” felsefesi ile yola çıkıp Türkiye’ye yönelik teröre destek vermesi, ASALA ve PKK’ya kamplar açıp, lojistik destek vermesi, uzun vadede gerek politik gerekse de mali açıdan kendi aleyhine olurken, Türkiye de terörle mücadeleye 250 milyar doların üzerinde para harcamak zorunda kaldı.

Yunanistan’ın batış nedeni 500 milyar dolarlık bir borç, Türkiye’nin terörle mücadeleye harcadığı paranın sadece 2 misli.

 

Aradaki bu düşmanlıklar olmasaydı ve son altmış yılda gerek silaha gerekse de terörle mücadeleye bu paralar harcanmasaydı, şimdiye Yunanistan batmaz, Türkiye de kişi başına düşen geliri ile zenginler kulübüne daha geçen asırda girerek, şimdiye sanayileşmiş ülkeler sınıfının üst sıralarına çoktan oturmuş olurdu.

 

Geçmişin tüm bu olumsuz gelişmelerini dikkate alınca, Türkiye-Yunanistan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi Toplantılarını çok önemsiyorum ve bunu büyük bir gelişme, büyük bir başarı olarak görüyorum.

 

Bu toplantılardaki işbirliği arttıkça ve de dostluklar geliştikçe Kıbrıs sorununun çözüleceğinden, Ege uyuşmazlığının bitirileceğinden, iki ülke arasında yatırımların artacağından ve işbirliğinin büyük boyutlara ulaşacağından eminim. En azından artık iki ülkenin kuruş kuruş kazandıkları, silahlanma yerine kendi halklarının refahına yönelecek.