Türkiye’nin siyasi tarihinde yükselen ve dağılan partilerin varlığına şahit olduk. Bunlar arasında en sık hatırlanan Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi deneyimleridir. Her iki parti de bir dönem parladı, iktidar oldu, ülkeyi yönetti ancak bir süre sonra iktidardan düştü. İktidardan düşmekle kalmadı, zayıfladı, dağıldı ve şimdi siyasi tarih kitaplarında okuduğumuz ders çıkarılması gereken örnek olaylar zincirine katıldı. Turgut Özal güçlü bir lider olmasına karşın kendisinden sonra partisini tutamadı, işi ehil olmayan siyasilere emanet etti ve nihayet kurduğu ve iktidara getirdiği parti paramparça oldu. Doğru Yol Partisi de benzer bir kader yaşadı. Demirel ve Çiller dönemleri kapandı. Parti eridi ve bitti.

İktidar deneyimleri ve güçlü liderleri olmasında karşın bu partilerin siyasi arenadan silinmesinin en önemli nedeni birer siyasi partiden öteye geçememeleri, yani bir davaya ve sürükleyici bir harekete dönüşememeleridir. Seçmene bir medeniyet ufku çizememeleri, ortak bir kimlik duygusu kazandıramamalarıdır. AK Parti’yi bu bağlamda nasıl bir gelecek beklemektedir? Benzer bir kaderi mi paylaşacak, yoksa hakim parti olarak varlığını sürdürebilecek midir? Lider değişimi bu anlamda nasıl bir gelecek vaat etmektedir?

Bu soruların her biri uzun uzun analizler ve cevaplar gerektiren sorulardır. Kısa yoldan cevaplamak gerekirse görünen o ki muhalefetin beklentilerinin aksine AK Parti sağlıklı bir lider ve elit dönüşümü yaşamakta, AK Parti hareketinin doğal lideri Erdoğan ile bu hareketin Başbakan ve Genel Başkan olarak sorumluluğunu üstelenen Davutoğlu değişim sürecini başarılı biçimde yönetmektedir.

AK Parti dağılır mı?

AK Parti üç dönem kuralını işletmede ısrarlı olduğunu ifade ettiğinden bu yana AK Parti’de nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşanacağı merak konusu oldu. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması durumunda kimin AK Parti ve hükümetin başına geçeceği tartışılmaya, tahminlerde bulunulmaya başlandı. Sonuçta Davutoğlu icranın başına geçti. Şimdi de 7 Haziran seçimlerine hazırlıyor AK Parti’yi. Yani geçiş süreci gayet sağlıklı biçimde ilerliyor.

Erdoğan ile Davutoğlu arasında bir gerginlik çıkmasını bekleyenler hayal kırıklığına uğradı. Çünkü bu beklentide olanların kolay kolay anlayamayacakları temel bir hakikat var. O da Erdoğan ve Davutoğlu’nun AK Parti’yi sadece siyasi bir partiden ibaret görmemeleri, liderlik ve iktidar hırsına kapılmamış olmaları, AK Parti’yi bir hareket ve dava olarak konumlandırmalarıdır. İşte AK Parti’yi geçmişte çözülüşüne tanıklık ettiğimiz Anavatan ve Doğru Yol Partisi örneklerinden ayıran özellikler bunlardır.

İki lider, tek dava

Erdoğan ve Davutoğlu kuşkusuz birbirinden farklı stilleri, üslupları, vurguları ve söylem tarzları olan liderler. Zaten bu ikiliyi başarılı kılan da aralarındaki yönetilebilir farklılıkların olmasıdır. Yeni Türkiye’yi inşa edecek sinerji, dinamizm ve gayret işte buradan doğmaktadır. AK Parti’nin siyasal bir partinin ötesine geçip Türkiye’yi dönüştüren bir harekete evrilmesi, seçmen kitlesi tarafından öze dönüş ve medeniyetimizi yeniden inşa davası olarak görülmesi, yakın ve uzak coğrafyamızda ortak özelliklerimizin olduğu halklar tarafından ilham kaynağı bir tecrübe olarak yorumlanması bu partiyi kalıcı ve uzun ömürlü kılan unsurlardır.

Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinin AK Parti üzerinden gösterdiği hedefler ve şimdiye kadar yapılan reformlara dayalı umut ve güven de bu hareket ve davaya teveccühü artırmaktadır.  AK Parti’deki lider değişim sürecinde yaşananları diğer partilerdeki gibi kriz ve dağılmanın habercisi olarak görme eğiliminde olanların, tek parti ideolojisi, vesayet, Kemalizm, baskıcı laikçilik gibi toplumun ve ülkenin önünü tıkayan engelleri kaldıran bir partinin kamuoyunda neye tekabül ettiğini anlamakta zorlandıkları görülüyor.

Türkiye’de AK Parti’ye gönül veren kitle bu partinin yaptıklarını artık bir “dava” olarak görüyor. Erdoğan ve Davutoğlu’nu da “dava adamları” olarak bağrına basıp arkalarından gidiyor. AK Parti muhaliflerinin anlayamadıkları ve çözemedikleri işte tam da budur. Evet, Erdoğan ve Davutoğlu aralarında bazı farklılıklar olan iki liderdir. Ancak onları birleştiren ve aynı hedefe kilitleyen ise “Yeni, Güçlü ve Büyük Türkiye” davasıdır.