Ne yazacağım acaba diye düşünüyordum sabah uyandığımda…

Çoğu zaman sabah kalktığımda ne yazacağımı bilmem ben…

Bu bilmemeyi de severim.

Çünkü kendini hayatın kontrolüne bırakmakta zorlanan biri olarak, bu son dakikaya kadar olan belirsizlik beni heyecanlandırır.

Bir an önce bilgisayarın tuşlarında dolaşsın isterim parmak uçlarım…

Acaba ne yazacağım?

***


Masaya bırakılmış gazeteleri karıştırdım…

Acaba ilgimi çekecek bir şey olur muydu buralarda…

Hürriyet gazetesinin sürmanşetini gördüm o aldırmaz yavaş hareketlerim arasında…

‘Dağda kahve molası’ yazıyordu.

Hürriyet Gazetesi Genel Yayın yönetmeni Enis Berberoğlu, Şemdinli manzarasına karşı kurulan masasında bilgisayarı ve papatyaları, elinde fotoğraf makinesi ile bir sandalyede oturuyor ve diyor ki ‘bakmayın siz el alemin bu işti bitti feryadına.’

Yani hayat çok güzel Şemdinli’de, söylenen her şey yalan, yaşananlar uydurma, acılar… Acılar zaten yok.

Devlet, Şemdinli’de durumu kontrol altında tuttuğunu kanıtlamak için böyle komik mizansenlere ihtiyaç duyuyorsa, vaziyet sandığımızdan da fena herhalde diye içimden geçirdim…

Devamını okumadım…

Sebati Karakurt’un çektiği fotoğraflara baktım…

***


Bugünlerde harika bir kitap okuyorum

Laurent Seksik’in Stefan Zweig’ın Son Günleri…

İşte ne yazacağım diyordum… Bunu yazacakmışım.

Bir savaşın, bir acının yanına kadar gidip “acı yok” diyebilen bir adamla, ondan yıllar önce yaşamış, acının çok uzağında, sürgünde, ölmeyecek kadar güvende olduğu halde o acıya dayanamayıp karısıyla birlikte intihar eden bir adamı…

***


Stefan Zweig’ın Son Günleri, yazarın Brezilya’da geçen son altı ayını anlatıyor.

Dünya Savaşı çıktığı ve insanlar birbirini öldürdüğü için, böyle bir dünyayı daha fazla paylaşmaya tahammül edemeyerek kendini öldüren bir adam Zweig.

Başkaları ölürken, kendini güvende hissetmeye bile tahammül edemeyecek kadar başkalarının acılarıyla ilgilenen ve sonunda bu acılara dayanamayıp karısıyla beraber zehir içen bir adam Zweig..

Karısı Lotte de Zweig’le beraber hayatına son veriyor.

Ölümden korksa da belki vazgeçmeyi aklından geçirmiş olsa da kocasına çok aşık bir kadın Lotte…

İşte kitap, yazarla karısının bu son altı ayının hikayesi.

Zweig’ı bugüne kadar hiç okumamış olsanız da, kitaplarının hatta en çok biyografilerinin tutkunu olsanız da aynı şeyi düşünürsünüz kitabı okuduğunuzda…

Bu adam bu kadın bu acı gerçek…

***


Savaşlarla yazarların ilişkisi nedir diye düşününce babamın bir yazısı aklıma geldi.

Üşenmedim hemen buldum…

Demiş ki ‘Zweig’ın görmeye tahammül edemediği savaşa Hemingway gönüllü gitmişti.’

Sonra konuyu hiç bitmeyen buradaki savaşa getirmiş.

‘Graham Green buralarda olsaydı, istihbaratçıların, teröristlerin, kaçakçıların ortaklaşa gittikleri, sınır yakınlarında bir kerhanenin romanını yazardı.

John Le Carré, Türk, Alman ve Amerikan casusları arasında geçen görüşmeleri, yapılan anlaşmaları, ikili çalışan casusların psikolojisini anlatır, savaşsız ve düşmansız bir ortama kavuşan gelişmiş dünyanın, kendisini konusuz bırakan sıkıcılığından Türkiye sayesinde kurtulurdu.’

***


Siz olsaydınız, siz yazar olsaydınız ya da yazacak olsaydınız…

Siz ne yapardınız?

Sanırım ne yapacağınızı belki bilmezdiniz ama ne yapmayacağınızı mutlaka bilirdiniz…

Acılarla, ölümlerle, çaresizlikle, yalanlarla çevrilmiş bir yere gidip burada acı yok demezdiniz…

Bir yalana “foto modellik” etmezdiniz.

(Vatan gazetesinden alınmıştır)