Bugünlerde tartıştığımız birçok konu, elit değişiminin işareti.

Tiyatroların özelleşmesine, alkol yasağı tartışmasına, 23 Nisan ve 19 Mayıs törenlerine, hatta 28 Şubat soruşturmasına bu pencereden baktığımız zaman gerçek durum ortaya çıkıyor. Türkiye'nin elitleri değişiyor. Başbakan "Artık bu elitler kusura bakmasın" derken, eski elitlerin defterinin kapandığını ilan etmiş oluyor. Yeni elitler kendilerine göre etrafa çeki-düzen veriyor. Bu çeki-düzen verme işi eskilerle yenileri karşı karşıya getiriyor.

"Elit" tabiri, basit bir kavram değil. Arkasında kapsamlı bir teori var. Pareto'nun 20. yüzyıl başlarında siyasî literatüre kazandırdığı bir teori bu. "Elit kuramı", toplumdaki siyasî ilişkileri ve değişimi takip etmek için toplumun seçkinlerine odaklanıyor. Elitler kim? Pareto'nun bu soruya verdiği cevapla, elitleri gözünüzde somut olarak canlandırabilirsiniz. Her meslek grubunun en yetenekli ve başarılı olanları. Girdiği davaları kazanan avukatlar, çok okunan köşe yazarları, toplumun ilgiyle takip ettiği sanatçılar, siyasî gelişmeleri yönlendiren politikacılar, yeni tezler geliştirmiş saygın akademisyenler, sivil toplum önderleri ve tabii ekonominin sürekli yükselişte olan dinamik müteşebbis gücü. Bu farklı meslek gruplarının en başarılılarını yan yana getirdiğiniz zaman karşınıza toplumun seçkinleri çıkıyor. Pareto, bu elitler arasında "yönetici elitler"e ayrı bir yer ayırır ve siyasetin doğasını çözümlemek için onları mercek altına yatırır. Toplumdaki değişim, elitlerdeki değişimle takip edilir. Toplumun alt kesimlerinden yeteneği ile sivrilenler, elitlerin arasına temsil ettikleri değerlerle birlikte girmeye çalışır. Bu değişim tedrici olarak gerçekleşirse toplumsal uyum bozulmaz. Eski elitler direnirse o zaman çatışma başlar. Elitlerin aynı ailelerden, soy esasına dayalı devamı ortaya bir aristokrasi çıkartır. Pareto, elit değişimini bir mecburiyet olarak "Tarih, aristokrasinin mezarlığıdır." sözüyle ifade eder.

Pareto'nun izini takip edenler, demokrasiyi "halk tarafından yönetim" olmaktan ziyade "seçilmiş elitler eliyle yönetim" olarak tarif ederler. Farklı yönetici elit grupları kendi aralarında rekabet ederler. Halk, demokrasilerde bu elit gruplarından birini seçme hakkına sahiptir.

Bu kuramları takip ederek Türkiye'deki değişimin belki tamamına değil ama önemli kısımlarına ışık tutmak mümkün. Batılı değerler dünyası ile kendi ayrıcalıklı kimliklerini oluşturan dar bir elit grubun hakimiyeti artık sona eriyor. Yerli ve muhafazakâr kaynaklardan beslenen çok geniş yeni bir elit grubu onun yerine geçiyor. Yaklaşık 150 yıllık bir hegemonyanın sona erişi bu durum. Yönetici elitler yönetme ayrıcalıklarını sürdürebilmek için içinde laikliğin zorlama yorumlarının yer aldığı Batılı değerlere yaslandılar. Batı değişti. Onlar bu değişimi takip edip yeni bir değerler sistemi geliştiremedi. Toplum yeni elitleri aracılığıyla nefes alıp verdiği hayat alanını genişletmeye girişti. Öncülüğü, Anadolu sermayesi üstlendi. 28 Şubat, eski elitlerin bu değişime son direnişiydi. Zamanın dışında kaldıkları, bir darbe ile ele geçirdikleri devleti iflasa sürüklemelerinde, yani 2000 ve 2001 krizlerinde ispatlandı. Mecburen geri çekildiler ve yeni elitlere iktidarı teslim ettiler. 1980'lerin ve 1990'ların yönetici elitlerinin bugün bulundukları yere bakmak, bu değişimi göstermek için yeterli: Nisyan çukurunda yaşayanlar ve mahkeme salonlarını arşınlayanlar.

Gelelim 23 Nisan ve 19 Mayıs törenlerine. Bayramın kendisi değil, doğrudan kutlanma biçimi eski elitlerin sembollerini ve iktidar stillerini yansıtmıyor muydu? Sürü muamelesi gören çocuklar ve gençler faşist İtalya'dan kalma kitle ritüellerini tekrarlarken, bu elitlere de boyun eğmiş oluyordu. Batılı değerler dünyası, kitle ruhu eşliğinde bu törenlerde hayat biçimine dönüşüyordu. 23 Nisan törenlerinde çocuklara giydirilen balerin, prenses kıyafetlerini hatırlayın. Hepsi bu bayramların "millî" vasfına aykırıydı; ama elitler bu törenleri izlerken toplumu bir sürü gibi yönetme ayrıcalığını ve mutluluğunu yaşıyordu.

Toplum elitlerini demokratik yöntemlerle değiştirdi; bayramların kutlama biçiminin de değişmesi doğal değil mi?

(Zaman gazetesinden alınmıştır)