Bu sene İstanbul'da 10'uncu kez düzenlenen Boğaziçi Zirvesi’ne 81 ülkeden rekor katılım ile 26-28 Kasım tarihlerinde gerçekleşti.

Uluslararası İşbirliği Platformu (UİP) tarafından düzenlenen ve Cumhurbaşkanlığı himayelerinde gerçekleşen zirvede, değişen dünya düzeninde küresel ticaretin geleceği farklı oturumlarda tartışıldı.

Avrupalı Türk Markalar Birliği Başkanı Cafer Mahiroğlu zirvenin konuşmacılarındandı.

Cafer Mahiroğlu, Moderatörlüğünü Prof. Dr. Emre Alkin’in yaptığı ve “Değişen dünya Düzeninde Küresel Ticaretin Geleceği” başlıklı oturuma Büyükelçi Kemal Madenoğlu, Tayland eski Tecaret Bakanı Dr. Nalinee Taveesin, Fransa Coface Baş Ekonomisti Julien Marcilly ve Albright Stonebridge Group Türkiye Başdanışmanı Hakan Akbaş’ın katıldığı oturumda, gelişen teknoloji ile birlikte insazlışan dünyaya dikkat çekti.

Konuşmasında kendi hayatından örnekler veren Mahiroğlu, “Özellikle dünyanın dijital dönüşümü ile birlikte yüzyüze ilişkilen azaldığı bugünlerde ben ısrarla ve inatla, insanın insana ihtiyaç duyduğunu, birbirimizin yüzüne bakmanın ne kadar anlamlı olduğunu dile getirmek isterim...

Dahası ve inatla şunu da söylemek gerekir ki, insansızlaşma dünyanın temel proplemi haline geldi” diyerek, dünyanın insana ihtiyaç duyulan bir süreçten geçtiğine dikkat çekti.

Cafer Mahiroğlu’nun zirve konuşması özetle şöyle:

“Bugün, burada çok değerli bilim insanları, siyasetçiler, dünyaya yön veren isimler konuşma yapacaklar.

Ben de bugün burada kendi hikayemi anlatacağım.

Sokaktan yola çıkan, ardından hayatı dönüştüren bir kimse olarak burada bulunmaktayım.

Belli bir ölçüde heyecanım var.

Bundan dolayı şikayetçi değilim. Çünkü hayatta heyecanı olmayan insanın başarısı olmaz.

Yıllar önce gurbetçi olarak gittiğim ülkede bugün iş insanı olarak yoluma devam ediyorum.

Belki hakkımda azda olsa fikir sahibisinizdir; fakat kısaca şöyle söyleyeyim:

Sivas sokaklarından çıkmış, Londra’da kendini bulmuş, tek başına mücadele ederek hayatını kazanmış, ardından da bugün kendisini çaresiz hissetmiş olan genç adamdan, şimdi bir müteşebbis yaratmış kimseyim.

İnsanın kibirle vereceği mücadele son derece önemlidir. Hayatım boyunca kibirli olmamaya özen gösterdim. Ve bunu bilerek de, yaptığım hemen her işte; İşçilerle, emekçilerle kol kola olmaya özen gösterdim.

Dolayısıyla bugün burada, karşınızda bir emekçi var desem yanlış olmaz.

Özellikle dünyanın dijital dönüşümü ile birlikte yüzyüze ilişkilen azaldığı bugünlerde ben ısrarla ve inatla, insanın insana ihtiyaç duyduğunu, birbirimizin yüzüne bakmanın ne kadar anlamlı olduğunu dile getirmek isterim...

Dahası ve inatla şunu da söylemek gerekir ki, insansızlaşma dünyanın temel proplemi haline geldi.

Ben bu bağlamda perakendicilik işinden hiç bir zaman vazgeçmedim. Elbetteki gelişen olanakları, teknolojiyi kullanmakta ısrar ediyoruz.

Kurumsal olarak dünyayı takip ediyoruz. Ancak hem çalışanlarımız olarak hem de yaşadığımız dünyayı anlamlı kılmak isteyen birey olarak ben mutlaka elimden geldiğince insanlarla olan ilişkimi sürdürmeye devam ediyorum.

Bugün burada dünyanın sorunlarının tamanını çözecek değiliz. Ancak şunu bilmemiz yeterli...

Biz eğer insan sıcağından vazgeçersek, ne elde edersek edelim, giderek robotlaşmış ve kemikleşmiş varlıklar olacağız ve bu varlıkların oluşturduğu dünyada da kendimize yer bulamayacağız.

O yüzden ben bir yatırımcı ve aynı zamanda çalışmayı seven, alın teriyle bunu taçlandırmaya çalışan birisi olarak bugün göçmenlik meselesi üzerinde de biraz durmak istiyorum...

Çünki, insan yaşadığımız çağda bazen kendi ülkesinde göçmen olabileceği gibi, bazen gurbette ev sahibi haline de dönebiliyor. Bazen gurbetteki göçmenlik ağır basıp, yurdunun hasretini de derinden hissetmiş oluyor.

İkisini de yaşıyorum.

Bugün, Londra’da, Avrupa’nın belki ana karasında değil ama Avrupa’ya son derece katkı yapan ekonominin içerisinde belli oranda yer etmiş bir kimse olarak şunu söyleyebilirim ki, bir taraftan özellikle Avrupa’da yaşayan ve yurdunu özleyen insanlar olarak bizler, başka kaygıları da taşıyoruz...

Hem ülkemize faydalı olmak istiyoruz hem de ülkemize sesimizi duyurmakta güçlük çekiyoruz.

Bu çelişkiyi, bu ikilemi hiç kuşku yok ki, burada sizinle paylaşmak benim için önemli...

Çünki, şöyle bir algı oluyor; Sanki yurdundan uzakta olan insan yurdunu yeterince sevemez, yurdu için yeterince kaygılanamaz, yurdu için yeterince emek veremezmiş gibi düşünülüyor.

Oysa ki hakikat şunur:

Eğer kökünüz sizin toprağınızdaysa, (bizim toprağımız Anadolu ve Trakya...) Oranın kaygısını ve kavgasını gittiğiniz her yere götürürsünüz.

Biz de Avrupa’da yaşayan iş adamları olarak, çalışanlar olarak, emekçiler olarak, hiç kuşku yokki hem ülkemizi yerli yerinde, doğru dürüst temsil etme çabası gösteriyoruz. Hem de öte taraftan orda, tam da yurdumuzdan kaynaklı sorunlara, ya da zaman zaman ötekileştirmeye ve yalnızlığa itilmeye maruz kalıyoruz.

Verdiğimiz mücadele büyüktür...

Kendimizi orada kabul ettirdik...

Düşünsenize ben bu küreselleşmiş bir dünyada aslında bu çok sesli çok uluslu bir şirketi yönetiyorum, bunu yaparken kendi yurdumu da temsil etmiş oluyorm.

Bunun sevinci mutluluğu bir taraftan bende varken, kendi insanıma bunu anlatamamak... Ya da biraz daha ötesinde konuşursak,başardıklarımızı kendi ülkemize gösterip oradan da karşılık bulamamak bizim temel sorunumuz, acımız haline geliyor.

Çok kabaca söylemek gerekirse, yerkürenin küçüldüğü bugünlerde sabah kahvaltınızı başka bir yerde yapıp, akşam yemeğinizi başka bir yerde yiyebileceğiniz bir dünyada, bir taraftan ruhunuzu da yanınızda taşıyorsunuz ve taşırken her an her dakika düşünüyorsunuz.

Bugün dünyayı düşünsel olarak açıklamaya çalışanlar işte bu sorunlar içerisinden, çok ulusluluğu, çok kültürlülüğü, çok dilliliği sorun haline getiriyorlar ve daralan küçülen dünya içerisinde piyasaları düşünüyorlar.

Ben ise piyasalar içerisindeki insan unsurunu yeniden inatla düşünüyorum. Geçen gün yine mağazalardan birisinde tezgahtarlık yaparken, insanların yüzüne baktım aslında bizi ayakta tutanın, “merhaba” demek, “nasılsınız” demek ve var olan ürününüzü onlara anlatabilmek, paylaşabilmek coşkusunun ne anlama geldiğini gördüm.

Lafı çok uzatacak değilim...

Bu tür kürsülerde, çoğu zaman kuramsal konuşmalar yapılır. Oysa ki, hayatın hakikati bu kuramsal konuşmaların ötesine geçer.

Yaşamanın kendisi bizatihi büyük bir direniştir.

İnsanın kendi yaşamından başka bir öyküyü söyleme şansı da yoktur.

O yüzden ben kendi öykümü ısrarla, inatla ve anlamlı ve doğru bir şekilde tamamlamak için mücadele veriyorum.

Bugün burada toplantıda, siz seçkin konuklarla beraberken, değişen dünya koşullarını bilen, teknolojinin geldiği olanakları kavrayan, bunun içerisinde yeni çözüm yolları, yeni arayışlar bulmaya çalışan bir kimse olarak size ısrarla ve inatla insanın yurdunu anımsatmak, dünyanın neresine giderse gitsin yurdunu yanında götürdüğünü söylemek isterim.

Son bir cümle kurmam gerekirse de, neticede biz Türkiye’nin birer temsilcisiyiz, dünyanın neresinde olursak olalım memleketimizi oraya götürüyoruz. O yüzden yurdumuzun da bize el uzatması, o eli sıkarken birbirimizin yüzüne bakabilmek, birbirimizin yüzüne bakarkende, sevgi ve sevinçle, samimiyetle bunu gerçekleştirebilmek önemli.

Beni burada ağırladığınız ve aslında pekçok önemli sorunu dile getirirken burada bu insan sıcağından söz etmeme izin verdiğiniz için hepinize teşekkür ederim.

Dilerim ki, bu toplantının sonucunda gönüller yeniden birleşir, dilerim ki bu toplantının sonucunda ötekisi az, berikisi hiç olmayan dostluğu yüksek tonda bir buluşma, bir konuşma olur."