Bugün 3 Ocak 2014. Mersin’in düşman işgalinden kurtuluşunun 92. yıldönümü. Yıl boyunca, yıllar boyunca, Mersin’deki ve elbette diğer bütün şehirlerdeki törenleri şöyle bir canlandırın zihninizde. Mutad bir vazifenin yerine getirilişindeki heyecansızlığın bütün unsurlarını Valinin, Belediye Başkanının ve sair resmi zevatın mesajlarında, okul müdürlerinin nutuklarında kolaylıkla farkedebilirsiniz.

 

Âdettendir. Her yıl, işgalden kurtuluş günü geldiğinde; “Yetenek Sizsiniz Türkiye” ekranından, bütün Türkiye’ye “yeteneksizsiziniz” diye haykıran Acun Ilıcalı’nın programlarından fırlamış intibaı veren öğrenciler, kürsülere çıkarlar ve ünleri yettiğince haykırarak şiirler okurlar. Haykırırlar çünkü öğretmenleri, bunun, güzel şiir okumanın lâzım-ı gayr-ı mufarıkı olduğunu belletmiştir onlara.

 

Temsilî işgal kuvvetleri, yine temsîlî Kuvvâ’cılar tarafından def edilir.

 

Bütün bunları birer hoşluk olarak zihinlerimizde ve hatırâlarımızda taşıyoruz, ki buraya kadar (şiir haykıran, daha doğrusu höyküren çocuklar hariç) hiç bir sıkıntı yok bana göre. Bir şehir ahalisinin, düşmanı defetmiş olmakla iftihar etmesine, bu neşesini sonraki nesillere aktarmasına kem söz söyleyecek değilim.

 

Esas dokunmak istediğim mesele farklı.

 

MERAK BU YA..

 

Esas meseleye geçmeden evvel, sizin için (hadi itiraf edeyim, öncelikle kendi merakımı izale için) internette yaptığım küçük araştırmayı birkaç cümleyle paylaşmak istiyorum.

 

Ülkemizde “işgalden kurtuluş günü” olarak idrak edilen 244 tane “kurtuluş” var. Bazı günler bir, bazı günler bir kaç tane ilin, ilçenin kurtuluşu olarak kutlanıyor. İlk kurtulan Bitlis olmuş; 8 Ağustos 1916. Sonuncusu ise 8 Temmuz 1938 ile Reyhanlı (23 Temmuz 1939’da Hatay’ın Anavatan’a ilhakını saymazsak).

 

İşgalden Kurtuluş Yıldönümü Törenlerinin sezonu, 3 Ocak’ta, bizim Mersin’le açılıyor. Ve kaderin bir cilvesi olsa gerek, 27 Aralık’ta Tarsus’la kapanıyor. Merakınızı hemen gidereyim, elbette Mersin ve ilçelerinin kurtuluşu 1 yıl sürmemiş. Tarsus 27 Aralık 1921’de, Mersin ise 3 Ocak 1922’de kurtulmuş düşman işgalinden…

 

Şimdi burada, 1918 sonlarında, alay-ı vâlâ ile Mersin’e giren İngiliz ve Fransızlar’ın niçin ve hangi hadiseler üzerine 1921 sonu, 1922 başında şehri terkettiğini soracak değilim.

 

Bittabii şunları da sormayacağım: Diyelim ki, bu üç yıl zarfında Mersin, Tarsus ve sâir beldelerde verilen mücadele neticesinde düşmanı şehirden kovduk. O halde 3 Ocak 1922 günü, niçin Fransız bayrağını törenle, dikkat lütfen, “törenle” indirip yerine kendi bayrağımızı çektik? Ve niçin törenin ardından, aynı günün gecesinde, Fransız askerleri onuruna, Ziya Paşa Gazinosu’nda yemek verdik?

 

Neyse, meraklı soruları daha fazla uzatıp başınızı ağrıtacak değilim. Dedik ya, bugünkü mevzumuz farklı.

 

 

İŞGALDEN KURTULMAYA SEVİNMEK

 

 

Pek çoğumuzun malumu olduğu üzere, halkla ilişkilerdeki yahut iletişimdeki en temel kurallardan biri, olumsuz ifadeler kullanmamak. Sık verilen bir örneği özetleyelim: Kaleciyle karşı karşıya kalan futbolcu “topu dışarı atmamalıyım” diye kendi kendine telkin ederse, büyük ihtimaldir ki, topu dışarı atar. Çünkü yapması gereken “topu içeri atmalıyım” diye kendini şartlamaktır.

 

İşgalden kurtulma vesilesiyle yaptığımız her tören, aslında bize topraklarımızın çok da eski olmayan bir geçmişte işgal edilmiş olduğunu hatırlatıyor. Çok iyimser bir bakış açısıyla siz şöyle yorumlayabilirsiniz: “Törenler yaparak, bizden sonraki nesillere bunu anlatıyoruz ki, daima uyanık olsunlar, bir daha işgale uğramasınlar..”

 

Oysa bu sayede işgal güçleri bize ve bizden sonraki nesillere şunu ihtar etmekteler: “Siz bizim işgalimiz altına düşmüş bir ülkenin çocuklarısınız.. Ayağınızı denk alın, yoksa gene geliriz..”

 

Şimdi çok absürd bir misal vereceğim ki, anlatmak istediğimi daha sarih ifade edebileyim. Tecavüze uğrayan bir kadının, kendi başına gelen talihsizlikten çocuklarını korumak amacıyla, sürekli onlara şu nasihati verdiğini  düşünün: “Evladım, filanca adam bana şöyle şöyle yapmıştı, o yüzden onunla ve onun gibilerle fazla yüz göz olmayın, konuşurken dikkatli olun, vs..”

 

KILIÇ HAKKI

 

Eğer hâlen Edirne’ye yolunuz düşmemişse, size bir dost tavsiyesi, mutlaka yolunuzu düşürün. Bu istisnâî şehri ziyaret edin. Ve mutlaka Eski Cami’de bir Cuma Namazı kılın.

 

Malumdur ki, Cuma ve Bayram namazlarının asli unsurlarından hutbe, asırlardır egemenlik sembollerinden biri olagelmiştir. Tahta çıkan sultanlar, hakimi oldukları bütün beldelerde hutbeyi kendi adlarına okuturlardı ki, böylece saltanat tekraren ilan edilmiş olurdu.

 

Edirne Eski Cami’de ise, hutbe için minbere çıkan imamın elinde bir kılıç göreceksiniz. Yüzyıllarca geçmişi olan ve Anadolu’nun diğer bazı şehirlerinde de hâlen yaşatılan bu geleneğin gayesi, o beldenin kılıçla fethedildiğini dosta ilan, düşmana ihtar etmek.

 

DEDELERİMİZİN BİLDİĞİ, BİZİM UNUTTUĞUMUZ

 

Sanırım sözü daha fazla uzatmaya hacet yok. Dedelerimizin çok iyi bildiği ve gayet başarılı bir şekilde uyguladığı, lâkin bizim çoktan unuttuğumuz basit bir algı yönetme problemiyle karşı karşıyayız.