Dünya bir taraftan Suriye, Irak, Libya,  Ukrayna gibi krizlerle uğraşırken, şimdi de daha tehlikeli olabilecek Kore krizi ile karşı karşıyadır. Kore krizi, aslında yeni değildir ve geçmişte de Kuzey Kore’nin nükleer silah denemelerinin yarattığı krizler hatıralardadır. Bir önceki Kuzey Kore lideri nükleer testler yaparak bu konuda mesafe alıyor,  sonra da Güney Kore’nin, ona,  testlere son vermesi için yaptığı büyük ekonomik yardımları alıp yoluna devam ediyordu.

Ancak şimdi durum çok değişmiştir. Kuzey Kore sadece bu yıl içerisinde 85’e yakın füze testi yapmış ve son olarak da kıtalararası balistik füze denemelerine başlamış ve hatta hidrojen bombası testi de yapmıştır. Bunlara ilaveten, nükleer silahları küçülterek füzelere yerleştirebilecek teknolojiye de sahip olduğu görülmektedir. 

Kuzey Kore Lideri Kim,  ABD ve müttefiklerinin bu testleri sona erdirmesi yönündeki çağrıları hiç dikkate almamakta, tüm protesto ve itirazlara kulak tıkamakta, durmadan testlere devam etmekte ve hatta ABD Başkanı Trump’ın demeçlerine karşılık ABD’nin Pasifik’teki Guam adasını vurma tehditleri savurmaktadır.

Nükleer silahların yayılması konusundaki ana sorunsala dikkat çekelim:

Hangi ülkelerin bu silahlara sahip olacağı ve imtiyazlı nükleer kulübe kabul edilip bunun avantajlarını kullanacağına, kim/hangi ülkeler karar verecek? Yoksa nükleer güçler elinden geleni yapıp yeni ülkeleri önleyecek, gerekirse cezalandıracak ve kendileri bu avantajları kullanmaya devam mı edecek? Yoksa becerip bu silahları üreten ve onlara sahip olanlar, bir şekilde arka kapıdan nükleer kulübe üye olacak ve buna sahip olamayanlar da dışarıda mı kalacak? Acaba büyük güçler tarafından işgal tehlikesi yaşayan bazı ülkeler, buna karşı uzun menzilli nükleer füzelere sahip olarak bu tür işgalleri önleyebilirler mi? Büyük bir ihtimalle şimdi Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’un, Saddam ve Kaddafi’nin başına gelenlerin ışığında neler düşündüğünü okuyorsunuz.

Şimdi Kore krizine dönelim: Bu krizin tabii ki hem iç nedenleri ve hem de daha geniş askeri-stratejik nedenleri vardır. Bunlara bakmakta yarar vardır:

İÇ SİYASİ NEDENLER

Önce iç nedenlere bakalım: Her iki lider de, krizi kendi iç siyasi sorunları nedeniyle de kullanmaktadır. Kendi yönetiminde istifalarla sarsılan, aldığı kararları uygulamada ciddi sıkıntılar yaşayan ve en önemlisi devamlı olarak Rusya soruşturmalarıyla zor durumda kalan Trump için, Kore krizini tırmandırarak dikkatleri ülke dışına yönlendirmek faydalı bir stratejidir.

Kuzey Kore lideri Kim ise, aynı şekilde içte kendi konumunu güçlendirmek için nükleer silahları devamlı kullanmaktadır. Halk arasında ülkenin ABD tarafından tehdit edildiği algısını güçlendirerek, nükleer silahlar üzerinden içte destek bulmaya çalışmaktadır.  Bu devamlı işleyen bir yöntem olmuştur.

Öte yandan, iki lider de son derece karmaşık psikolojik yapıya sahiptir ve krizi yatıştırmak yerine daha da tırmandıracak demeçler vererek, durumu daha da kötüye götürmektedir. Bu da, işin başka bir kaygı verici yönüdür.

STRATEJİK NEDENLER

Ancak Kuzey Kore liderinin her türlü çılgın kararlarına rağmen, kendine göre bir rasyonel stratejik düşünceye de sahip olduğu görülmektedir.

Kim, ABD ve müttefiklerinin Irak ve Libya müdahalesi ve Saddam ve Kaddafi’nin öldürülmesinden gereken dersleri almışa benzemektedir. Eğer bu liderlerin kaderini paylaşmak istemiyorsa nükleer silahlara ve hatta ABD’yi vurabilecek nükleer füzelere sahip olması gerektiğini düşünmektedir.

Kuzey Kore lideri, nükleer kartı oynarken ayrıca, ABD’nin, Güney Kore (?????) ve Japonya ile olan ilişkilerini de bozabileceği düşünmektedir. Burada amaç, bu ilişkileri bozup kamuoyunda oluşan ABD karşıtlığı ile beraber tehdit olarak gördüğü ABD’nin bölgedeki askeri varlığını azaltmasına neden olabilecek olayları tetiklemektedir.  Çünkü bu iki ülkede halkın önemli kesimi, ABD’ye ve onun kendi ülkelerine yerleştirdiği füzelere karşıdır. Hele Güney Kore’de Kuzey’le savaş olasılığı kâbustur ve halk bunu istememektedir.

ABD açısından ise durum şudur: Eğer şimdi hiçbir önlem alınmazsa, bu silahların menzili yakında ABD’yi vuracak kapasiteye ulaşacaktır. Bu da artık yeni bir safhaya girileceğini göstermektedir. Irak ve Libya gibi ülkelere yapılan ve liderlerinin öldürülmesiyle sonuçlanan müdahalelerde ABD kendi ülkesine,  terör tehdidi dışında ciddi doğrudan bir tehdit görmemişti. Ancak nükleer bir güce, hele kıtalararası balistik füzelere sahip bir ülkeye, sonunda kazanacak olsanız bile, müdahale etmek çok başka bir şeydir.  

Japonya da bunları ciddi bir tehdit olarak görmektedir. Hatta atılan iki füze Japonya’nın Hoddaido adasının üzerinden geçmiştir. Tokyo, ABD ile işbirliği içerisinde bu sorunu aşmayı düşünmektedir. Ancak, gerek ABD ye rağmen gerekse bir şekilde onun teşviki ile bu ülke de nükleer güç olmaya karar verebilir. Bundan Çin ve Güney Kore de çekinmektedir. Arada düşmanlık olmasa da Güney Kore ve Çin, geçmişteki Japon işgalini unutmamıştır. Böyle bir gelişme, işleri daha da karıştıracaktır.

Öte yandan, Güney Kore de böyle bir çatışmayı istememektedir çünkü böyle bir savaş bu ülkeye tam bir yıkım getirecektir. Bu ülke, zaten Kuzey Kore’nin konvansiyonel gücü tarafından bile çok ciddi tehdit altındadır. Şimdi buna bir de nükleer tehdit eklenmiştir. Bir çatışmada, 15 milyonluk Seul ve civarına, Kuzey’den yapılacak konvansiyonel saldırılarda ölecek insan sayısı korkutucudur. Nükleer bir savaşta neler olacağı açıktır.

İşin bir başka boyutu ise, krizin Çin-ABD ilişkilerini doğrudan etkilemesidir. Çin, geleneksel olarak Kore Yarımadasını kendi güvenliği için hayati görmektedir. Pekin, Kuzey Kore’de rejim değişikliği, milyonlarca Kuzey Korelinin Çin’e geçmesi, Kore’nin Güney Kore liderliğinde birleşmesi, Güney Kore ve Japonya’nın nükleer güç olması, Doğu Asya’da ABD askeri varlığının güçlendirilmesi gibi gelişmeleri kesinlikle istememektedir. Öte yandan, Güney Kore’ye ABD THAAD (hava savunma sistemi) füzelerinin yerleştirilmesine Pekin karşı çıksa da, bunlar yerleştirilmeye başlanmıştır. 

Çin, ayrıca Kuzey Kore’nin en büyük ticari ortağıdır ve en büyük enerji sağlayıcısıdır. Ancak Çin, bu aşamada BM ambargolarına katılsa dahi,  daha ileri giderek Kuzey Kore’yi nükleer testlerden geriletecek kararları almaya şimdilik yanaşmamaktadır.  Çin’in kendisi de, zaten Kim gibi ne yapacağı belli olmayan bir liderin nükleer gücünü artırmasını istememekte ancak onu şimdilik pasifize veya alaşağı etmeyi düşünmemektedir. Ancak bu da tabii ki süratle değişebilir. 

KRİZ NEREYE GİDİYOR?

Öncelikle ABD tarafından, BM Güvenlik Konseyi’nden, Çin’in de desteğiyle çıkarılan sert ambargo kararlarının Kuzey Kore üzerindeki etkisi beklenecektir. Aynı şekilde, enerji ambargosu öngören kararlar üzerinde de çalışılmaktadır. Bunların hemen değilse bile, bir süre sonra etkisi görülecektir. Ancak bunun Kuzey Kore Lideri’ni uzlaşmaya mı götüreceği yoksa daha da mı hırçınlaştıracağı açık değildir.

Çin’in politikası, bu konuda belirleyici olacaktır.  ABD, önceleri Kuzey Kore’nin bu testlerden vazgeçmesinin, Çin’in desteği ile kolayca sağlanabileceğini düşünmekteydi. Ancak Çin, BM’nin ambargolarına katılsa da, Kim yönetimini sarsacak adımlar henüz atmadı. Ancak ileriki günlerde bu konuda çok daha ciddi kararlar vermek zorunda kalacak.

Çin’in ve Rusya’nın birlikte askeri müdahaleye karşı çıkmaları ABD’yi bu karardan şimdilik vazgeçirmiştir. Ancak bu durum sürerse ABD, askeri seçeneğe dönebilir mi? Ya da çok ciddi bir konvansiyonel saldırıyla Kuzey Kore’deki füze üslerini ve nükleer tesisleri vurup “Hadi sıkıysa, nükleer silahlarını kullan da görelim Kim kardeş” der mi?  Yoksa artık o noktayı geçtik ve Kuzey Kore, imtiyazlı nükleer kulübe kabul edildi mi?  Askeri seçenekle, olanları kabul etmek arasında durumu yatıştıracak bir yol var mı? İşte şimdi ABD ve uluslararası diplomasi, bunun cevabını aramaktadır.