Türkevi Topluluğunun kavramla ilgili bugüne kadar yaptığı çalışmalardan bazıları katılımcılara hatırlatıldıktan sonra, tartışma konusunun belirlenmesinde Türkiye’deki siyasi partilerin yaklaşan seçimler dolayışıyla yayınladıkları beyannamelerde onların meseleye nasıl yaklaştıklarının belirleyici  olduğunun ifade edilmesiyle tartışmaya geçildi. 

Tartışmada ilk olarak diaspora kavramından ne anlaşıldığı ve bizim buna yüklediğimiz veya yüklemek istediğimiz anlamın ne olduğu dile getirildi. Diaspora kavramının daha yakın zamanlara kadar olumsuz bir anlam yüküne sahip olduğunu ve Türklerin de ısrarla bu kavramı kullanmaktan kaçındıklarının  ifade edildiği tartışmada diaspora kavramının hem bilimsel hem de etimolojik anlamına tecrübelerden de hareket edilerek değinildi. Diaspora kavramının Türk Dil Kurumu Sözlüğünde  daha yakın zamana kadar “yurtlarından zorla söküp çıkarılmış ulusların mensupları” olarak tanımlandığını, haliyle de bu olumsuz anlam yüzünden de kullanılmaktan kaçınıldığı, hatta kendimizi öyle bir kategorinin içinde görmememizin de gayet tabii bir tavır olduğu belirtilirken, artık kavramın bilimsel tanımından hareket ederek kullanılması gerektiği katılımcıların ekseriyeti tarafından ifade edildi. 

Avrupa Türk diasporası bulundukları ülkelerde var olma mücadelesi vermektedir ve vermeye de devam edecektir denilirken, bu mücadele devam ederken bir de Anavatanın diaspora algısı sorununun olduğuna vurgu yapıldı. Anavatanın, gerek idareciler, gerek siyasiler, gerekse halk olarak Avrupa Türk diasporasına hala 1960’larda gelen vasıfsız işçi ve gurbetçi gözüyle baktığı, geride kalan 50 yıllık süreç içinde alınan mesafelerin ya görülmediği ya da göz ardı edildiğinin ifade edildiği toplantıda, artık gurbetçilik kavramının bizleri ifade etmediği, tam aksine artık yaşadığımız ülkelerin her düzeyde eşit vatandaşları olma mücadelesi verildiği ve toplumun her katmanında da temsil edildiğimizin bilinmesi gerektiğine vurgu yapıldı.

Avrupa Türk diasporasından yaşadıkları ülke nezdinde lobicilik yapmaları beklenirken, onların Anavatan için de bir katma değerinin olduğunun fark edilmediği belirtilirken, aslında Avrupa Türk diasporasının Türkiye’nin kaderini değiştirecek güçte olduğunun bilinmesi gerektiği de iddia edildi. Katılımcılardan Türkevi Topluluğu Başkanı Veyis Güngör’e göre Avrupa Türk diasporasının, lobiden daha önce varlıklarını devam ettirebilmeleri için kendi enstrümanlarını ve dünyalarını oluşturmaları gerekmektedir. Güngör: “4.’cü nesilden itibaren oluşacak olan Avrupa Türk diasporası, bulundukları ülkelere sağlam ayaklarla basacaklar, o ülkelerin vatandaşları olacaklar ve o ülkelerin sorunlarına yönelik kafa yoracaklar ve var olma mücadelesi için var olan bütün şartları oluşturacaklar. Bundan sonra zaten lobicilik kendiliğinden gelecektir.”

Tartışmada ifade edilen bir başka husus ise Türkiye’nin diasporanın gücü ile ilgili kaygılarının olabileceği ihtimaliydi. Nitekim güçlü bir diasporanın bir yaptırım gücü olacağı ve edilgenlikten kurtulup karşılıklı etkileşim talep edebileceği ve bu durumun da Anavatanın işine gelmeyebileceği de ifade edildi.
 

Diaspora kavramına her ülkenin kendi şartlarından hareketle farklı anlam ve misyonlar yüklediklerinin gözlemlendiği, ancak Türkiye’nin bugüne kadar bir diaspora politikasının bile olmadığına vurgu yapılan tartışmada, Avrupa Türk diasporanın kendisinin inisiyatifi ele alarak kavramın içini doldurmasının bile tartışılması gerektiği söylendi. Bu konuda bir takım tezlerin zaten akademik çevrelerde tartışıldığını katılımcılarla paylaşan Veyis Güngör, bu misyonun diğer ülke diasporalarına nazaran daha kapsamlı ve çok alanlı bir misyon olacağını belirtti. Güngör, yine hem yaşanılan ülke, hem de köken ülkenin yanı sıra, daha da derine inilerek ortak kökenleri olan başka topluluklar da onların alanına girerek bir cihanşümul misyon oluşturulabileceğini iddia etti.

Tartışmada Anavatan’ın Avrupa Türk diasporası hakkında oluşan algıda diasporanın kendisinin de büyük payının olduğuna vurgu yapılırken, sorumluluğun sadece Anavatana yüklenmesinin haksızlık olacağı ifade edildi. “Biz kendimizi ne yaşadığımız ülkelere ne de Anavatana anlatabiliyoruz” dendi. Diaspora fertleri, kendi potansiyelinden bihaber, kendilerine kapalı bir dünya yaratıp, ne içinde yaşadıkları ülkeye ne de aidiyet duydukları ülkelere faydalı olabiliyorlar dendi. Hep edilgen bir pozisyonda başkalarının onların meselelerine çözüm bulmalarını bekliyorlar denilirken, Anavatan'dan gelen her yetkiliye sadece hizmetlerle alakalı yakınmalarda bulunulup, sadece onlarla alakalı dosyalar sunulmasının olumsuz algıyı pekiştirmekten başka işe yaramadığı da vurgulandı. Bu algıyı kırmanın yolunun diasporanın katma değerinin öne çıkacağı çalışmalardan geçtiğine vurgu yapılırken, medyanın da rolünün diaspora lehine etkilenmesi gerektiğinin altı çizildi. Mesela Anadolu Ajansının ısrarla kullanmaya devam ettiği ‘gurbetçi’ sıfatının artık terkedilmesi gerektiğinin sorumlulara iletilmesiyle işe başlanabileceği de ifade edildi. 

Avrupa Türk diasporasının kendisini, haliyle kendi potansiyelini keşfetmesi gerektiğine de vurgu yapılan tartışmada, an itibariyle Batı Avrupa ülkelerinde toplumun her kesiminde temsilin mevcut olduğu, ancak bu potansiyelin hem diaspora tarafından hem de Anavatan tarafından iyi değerlendirilmediği de ifade edildi. Türkiye’nin daha yeni yeni meseleye kurumsal ölçeklerde yaklaştığı, diğer ülkelerle mukayese yapıldığında ise arada orantı olarak büyük bir uçurumun olduğunun görüleceği de belirtildi.

1 Kasım seçimleri dolayısıyla siyasi partilerin seçim beyannamelerinin de irdelendiği tartışmada, diaspora Türklerinin şimdilik bir oy kaynağı olarak görüldüğü ve bu amaçla da hizmet odaklı vaatlerin göze çarptığı belirtildi. Her ne kadar vaat edilen hizmetlerin bir ihtiyaç olarak telakki edilmesi gerekse de, onların entellektüel potansiyelinin anılmaması bir eksiklik olarak ifade edildi. AK Parti’nin Üniversiteler bünyesinde oluşturmak istediği Diaspora Araştırma Enstitüleri ve CHP’nin AB-TR ilişkilerinde diasporanın bilgi ve tecrübesinden faydalanılacağını belirtmesi olumlu gelişmeler olarak ifade edildi. Yine her iki partinin yurt dışını seçim bölgesi olarak belirlemeyi programlarına almaları da diaspora için bir başka olumlu gelişme olarak ifade edildi.

Tartışmada ifade edilen bir başka husus ise artık Anavatanla aramızdaki köprüleri yakarak kendi ayaklarımız üzerinde durmamız gerektiği iddiası idi. Bu iddiaya göre diaspora yönünü hep Türkiye’ye yönelttiği için hep bağımlı kalmakta ve bu durum da bizi tembelliğe itmektedir. Bu teze karşı ifade edilen tez ise Türkiye’yle değil devletle araya mesafe koymak yönünde olduğuydu.

Tartışmanın sonunda bir toplumsal manifestonun ilan edilmesi teklifi yapıldı. Bu manifesto toplumun her kesiminin temsilcileri tarafından Türkçe, Hollandaca ve İngilizce olarak kaleme alınıp kamuoyuna sunulmalı ve böylece bir toplumsal müzakere süreci başlatılmalı dendi.