Irak devleti fikri, ancak bu ülkenin vatandaşlarının geleceğine dair uzun vadeli hiç bir kaygısı olmayan birilerinden çıkmış olabilir.

Yabancıların müdahalesi olmadan, ne ülke, ne de içindeki herhangi bir siyasi yapılanma oluşabilirdi.

Saddam Hüseyin'in Baasçı Arap milliyetçiliği de bencil ve küstah sömürgeciliğe bir tepkiydi.

Bu yazdıklarım genel olarak Suriye için de geçerli. Bugünkü sınırlarıyla iki ülkenin de gelecekte varlığını sürdürebileceği kuşkulu.

Dini ve etnik ayrılıklar

Fakat Arap Baharı da gösterdi ki iki ülkenin halklarının geleceği her gün daha kuvvetle içiçe geçiyor.

Irak ilk sömürgecilik deneyimini İngilizlerle, ikincisini ise Amerikalılarla yaşadı.

Bu deneyimi tekrarlamak ABD'nin asıl amacı değilse dahi, işgal tam olarak bu duyguyu yaşattı.

Her iki güç de Irak politikasını dini ve etnik ayrılıklar üzerine oturttu. İngilizler ülkeyi yoktan varederken, Amerikalılar da geride bırakacakları siyasi yapıları oluştururken.

Gerek Suriye gerek Irak'ta dini ve etnik ayrılıklar zaten çok hassas olan toplumsal dokuyu paramparça ediyor.

Bugün Irak üzerinde etkisini gösteren Suriye'deki iç savaş, zaten Irak'daki şiddetten etkilenerek büyümüştü, ve döngü böylece devam ediyor.

Hiç kimse bunun nasıl durdurulabileceğini bilmiyor.

Daha da önemlisi, kimse elini kirletip bu işe karışmak ve durdurmak da istemiyor. Biraz etkili olabilecek olanlar geçmişte bir kaç deneme yaptı. Başarısız oldular ve onlara çok pahalıya patladı.

"Dostum, bir milyar dolarımızı oralara dökeceğimizi düşünüyorsan çok yanılıyorsun" cümlesinde "oralar"dan kasdedilen Irak.

2003'deki ABD öncülüğündeki işgalden yanızca bir kaç hafta önce Irak'ın Amerikan hazinesini boşaltmasına izin verilmeyeceğini söyleyen ise zamanın Amerikan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld.

Aradan geçen on yılın sonunda Brown Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre Irak savaşı ABD'ye 2,2 trilyon dolara malolmuş.

Dökülen onca kana ve sarfedilen bu servete karşılık Amerika'nın Irak üzerinde etkisinin çok sınırlı kaldığını ve Irak'ın şu anda ülkenin büyük bir kısmını kasıp kavuran iç savaşın en korkunç günlerinden çok daha parlak görünmediğini söyleyebiliriz.

Irak parçalanmış durumda. Belki de hiç bir zaman tam olarak bütünleşmediği için de parçalanmış durumda.

ABD Irak'a çok kötü bir şekilde girdi ve Iraklıların bakış açısından yine çok kötü bir şekilde çıktı. Gerçi çıkış, doğru karardı, çünkü 2011 yılı sonuna gelindiğinde artık orada istenmediği çok açıktı.

Fakat her ne kadar olanların çoğundan Amerikalıları sorumlu tutmak mümkünse de, ülkenin yönetimini teslim alan Iraklı politikacılar da masum değil. Onlar da demokratik şeffaf kurumlar oluşturma konusunda tamamen başarısız olduklarını iyice kanıtladılar. Yolsuzluk heryerde.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Irak'da bu yıl çoğu El Kaide bombalamaları olmak üzere, dini ve etnik boyutlu şiddet olaylarında büyük artık görüldü. Birleşmiş Milletler sırf bu yıl saldırılarda 5bin kişinin öldüğünü tahmin ediyor.

Irak'ın yeniden bir iç savaş savaşa doğru gitmekte olduğu uyarısı, bu hafta bir öncekini durdurmaya çalışan bir Amerikalı askeri yetkiliden geldi.

'Amerika kazanmadı'

Amerika Birleşik Devletlerinin çıkardığı en ünlü askerlerden General David Petraeus Foreign Policy dergisine yazdığı makalede, Irak liderlerini çok geç olmadan harekete geçmeye çağırdı.

Yazının başlığı 'Irak'da nasıl kazandık' idi. Ama bu başlığı General Petraeus'un attığını sanmıyorum çünkü ABD Irak'da kazanmadı.

ABD askerlerinin sayısının artırılarak şiddetin durdurulmaya çalışılması başarılı oldu çünkü Amerikalıların çekilebileceği bir ortam oluşmuş oldu. Ama ülkenin hiç bir temel problemi çözülmüş olmadı.

Dolayısıyla da, şiddette görülen son tırmanış karşısında Irak Başbakanı Nuri el Maliki, ABD'ye gelerek "aşırı gruplarla savaşmak için" askeri yardımın artırılmasını istemekten başka çare bulamadı.

Sorun şu ki, bir çok Iraklı el Maliki'yi çözümün değil, sorunun bir parçası olarak görüyor.

Aralarında John McCain'in de bulunduğu bir grup Amerikalı senatör bu hafta, gücünü ağırlıkla Şii toplumundan alan el Maliki'yi "çok sık bölücü ve otoriter bir çizgi izlemek" ve "Irak'ın Sünnilerini el Kaide'nin kollarına itmek"le suçladılar.

Bir çokları el Maliki'nin yönetimi ile Saddam yönetiminin çıkış yılları arasında benzerlikler görüyor.

Irak aslında, ABD'nin son başkanının Suriye'de bir çatışmaya girmemek için neden elinden geleni yaptığının da cevaplarını barındırıyor.

Ve Amerikalıların çoğu bu konuda onunla hemfikir.

Amerikan halkı Afganistan'da hala devam eden ve Irak'da girmiş oldukları savaşın getirdiği can kaybı, duygusal ve mali yüklerden yorgun düşmüş durumda.

Obama kararsız mı?

Amerika Birleşik Devletleri'nin gündemine kulak verince burada halkın Orta Doğu'da herhangi bir askeri müdahalenin, eninde sonunda, verilen desteğin kıymetini bilmeyecek bir başka nankör ülke için çok sayıda Amerikalı gencin savaşıp öleceği bir batağa gömülmenin ilk adımı olacağı hissiyatında olduğunu hemen anlıyorsunuz.

Başkan Barack obama'nın muhalifleri onu Irak'ın derslerini fazla abartmak ve bu yüzden Suriye konusunda tereddütlü davranmak, bir politika üretememekle suçluyorlar.

Bu haklı bir eleştiri değil çünkü aslında Obama'nın Suriye konusunda bir politikası var, ve pek değişmeyeceğe benzeyen bu politika da "karışmıyoruz" diye özetlenebilir.

Dolayısıyla el Maliki ABD başkanından yeni silahlar koparabilmeyi umuyor.

Kendisine muhtemelen özel görüşmelerde sadece Şiiler ya da kendisiyle aynı fikirde olanların değil bütün ülkenin başbakanı olması gerektiği de hatırlatılacak.

El Maliki bu tavsiyeleri muhtemelen gülümseyerek dinleyecek ve hemfikir olduğunu söyleyecek, sonra da yardımını mutlu bir şekilde alıp bu sözleri unutacak.

Dünya ABD'nin dış maceralar konusunda artık pek hevesli olmadığını biliyor. Ortadoğu bunu çok daha iyi biliyor.

"Yapmazsanız fena olur" tehdidi artık ABD dış politikasının bir parçası değil.

Arap Baharı sonrası ortaya çıkan Ortadoğunun el Maliki ya da Mısır'da General Abdül Fettah el Sisi gibi yeni "güçlü adam"ları eğer bugünlerde daha bir kendine güvenli görünüyorsa, bu, otoriter yönetimler için hiç de fena bir ortam olmadığını hissettiklerinden.

Atacakları adımlara aslında kimsenin karışmayacağını biliyorlar artık.