Konferans sezonu yine açıldı. Geçen hafta British Council, Türk düşünce kuruluşu TESEV ve Türkiye'deki Avrupa Birliği delegasyonunun düzenlediği 8. Boğaziçi Konferansı vardı.

Önceki yıllarda olduğu gibi konferansın odağı Türkiye-AB ilişkileriydi. Birkaç gün önce ABD German Marshall Fonu (GMF), Hollanda Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye Ekonomik Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) ortaklığında, Arap Baharı'nın Türkiye, AB ve ABD üzerindeki etkisini tartışmak üzere bir grup seçilmiş Türk ve yabancı uzmanı davet etti. Gelecek hafta Suat Kınıklıoğlu'nun Stratejik İletişim Merkezi'nin GMF ile ortaklaşa düzenlediği ikinci İstanbul Forumu'na tanık olacağız; Türkiye'nin yakın çevresindeki değişimler ve bunun Ankara'nın politikaları açısından ne anlama geldiğine dair çeşitli paneller düzenlenecek. Nihayet 17-18 Kasım'da da TUSKON, Türkiye'yi AB'ye yakınlaştırmak konusunda hangi ortak çıkarların yeniden öne çıkarılabileceğini gözden geçirmek amacıyla Türk ve yabancı yorumcuları bir araya getirecek. Eminim haberdar olmadığım başka birçok toplantı da vardır.

Avrupa ve Amerika'nın bakış açısından Türkiye'nin bölgede hiç olmadığı kadar kilit bir aktör olduğu ve dünyanın her köşesindeki analistlerin Türkiye'nin bugün ve gelecekteki politikalarını yorumlamak konusunda mesai harcadığı açık.

Bir yandan birçokları Türkiye ile AB'nin resmi üyelik müzakerelerindeki mevcut tıkanmayı nasıl aşabileceğini soruyor. Anlaşılır sebeplerden dolayı katıldığım konferanslardaki bazı katılımcılar Türkiye-AB ilişkilerine derin bir kuşkuyla bakıyor ve bir çıkış yolu olduğuna inanmıyor. Başka birçokları da zorlukları kabul ediyor, fakat aradaki bağı koparıp atmanın AB'nin de Türkiye'nin de çıkarına olmadığının farkındalar. Herkes AB'nin Türkiye ile Balkanlar, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'ya dair ortak zemin bulma yönündeki son çabalarının yeni bir kader ortaklığı hissiyatına vesile olup olmayacağını merak ediyor. Neticede varılan sonuç şu: uzun vadeli ekonomik ve stratejik çıkarlarını korumak için Türkiye ile AB'nin gelecek iki yılda aralarındaki bağı sürdürmeye gayret etmesi gerek. Gelecek yıl Fransa'daki cumhurbaşkanlığı, 2013'te Almanya'daki parlamento seçimlerinin ardından AB dahilindeki büyük engellerin ortadan kalkıp kalkmayacağı açıklık kazanacak. O zamana kadar AB'nin tekrar birlik sınırlarının ötesine bakmasına imkân verecek şekilde avro krizini de çözebilmesi gerekiyor.

Türkiye-AB ilişkilerinin güçlüklerinden çok daha heyecan verici olan elbette Kuzey Afrika'daki halk isyanları ve Türkiye'nin orada oynadığı rol. Şu meşhur Türkiye Modeli meselesi, mevzu bahis tartışmalarda daima gündeme geliyor. Son GMF etkinliğinde farklı ülkelerden analistlerin taban tabana zıt sonuçlara varmasını görmek ilginçti. Arap uzmanlardan biri Arap dünyasındaki birçok aktivist ve demokrat için Türkiye'nin bir ilham kaynağı olarak önemini vurgularken, bölgeden gelen bir başka yorumcu bu müspet değerlendirmeye şiddetle itiraz ediyordu. Ona göre Türkiye Modeli, Türk ve Avrupalı muhataplarını memnun etmek ve onlara Mısır veya Libya'da radikal değişimlerden korkmaya lüzum olmadığını kanıtlamamak isteyen küçük bir grup Arap'ın durmadan tekrarladığı bir şehir efsanesiydi. Gerçek dünyada, sözgelimi Arap internet siteleri ve bloglarının çoğunda Türkiye'nin parlak bir örnek olarak görülmediğini iddia ediyordu.

Batılı katılımcıların büyük kısmı bu ayıltıcı mesajın ardından hayal kırıklığına uğramış görünüyordu. Türk yetkililer ise hiçbir şey olmamış gibi davrandı ve Türkiye'nin liberal ekonomi, laik devlet ve oluş halindeki demokratik toplumdan müteşekkil başarılı bileşimini, son 100 yılda tümüyle farklı bir tarihsel tecrübeden geçen komşularına ithal etmek gibi bir niyetinin asla olmadığını vurguladı.

Türkiye'ye dair dile getirilen bu 'biz karışmayız' politikasının tümüyle doğru olup olmadığından emin değilim. Türkiye'nin, Türk malları için yeni pazarlar bulmanın ötesinde, istikrarlı ve demokratik komşular istediği açık gibi. İşin iyi tarafı kimin bu noktaya geleceğini görmek için önümüzde hâlâ epey zaman var. Arap dünyasında, berraklık kazanması çeyrek asır alabilecek bir sürecin daha başındayız. Diğer bir deyişle: önümüzde daha çok konferans var.