Virüs nerede ortaya çıktı? Nasıl ortaya çıktı? Belirtileri neler? Korunmak için neler yapmalıyız?

Ne zaman aşı üretilecek veya ne zaman bitecek bu virüs? Vs. vs.

Eğer dünyanın sonu gelmediyse elbet bitecek bu virüs bir gün…

Bitecek te biz bu virüsten ne öğrendik? Bu musibet başımıza niçin geldi? Hayatımızın bir muhasebesini yapmamıza vesile oldu mu? Eksiklerimizi, hatalarımızı görmemizi sağladı mı? Dünya nereye gidiyor? Biz nereye gidiyoruz? Kafamda deli sorularla dolaşıyorum günlerdir…

Bilindiği üzere bu salgın dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş derecede büyük bir salgın ve milyonları etkiliyor… Bu milyonlar kim? Biz dünya insanları… Peki neden başımıza geldi bu felaket! Yüzyıllardır doğayı katlediyoruz… Gerek bireysel olarak gerek firmaların, işletmelerin doğaya verdiği zarar… Nehirlerden siyanür akıyor… Denizlerin, göllerin hem hayvan neslini hem bitki neslini yok ediyoruz… Sürekli yok ediyoruz. Ne uğruna peki! Belki biraz daha fazla kȃr (firmalar için suyu arıtmak masraflı, tertemiz nehirlerin ne işi var, kirli suyu arıtsınlar!!) Belki tembellik… Farkında olmama… Aldırış etmeme, cehalet… Vs.vs. Oysa ki kainatta herşeyin bir yaratılış gayesi ve işlevi var. Denizler, içerisindeki canlılara bitkilere ev sahipliği yapıyor… Dünyadaki oksijenin yaklaşık %70-%80’i su yosunları tarafından üretiliyor… Bırakın da denizler, nehirler görevini yapsın… Buna müdahale etmek aslında yaratılışa müdahale etmek gibi… Yaradana meydan okumak gibi…

Kainat müthiş bir denge, olağanüstü bir uyum ile varlığını sürdürüyor. Ve bizler aslında bu dünyadan gelip geçen misafirleriz… Sahibi değiliz bu dünyanın… Hiç birşeyin sahibi değiliz aslında… Oysa ki hiç ölmeyecekmiş gibi “dünya” için çalışıyoruz… Dünya için derken yanlış anlaşılmasın… Dünyanın insanların, hayvanların… iyiliği için, hayrı için değil… Dünyalık biriktiriyoruz… Mal, mülk, para, servet…

Paylaşmayı bilmiyoruz… Birbirimizi sevmiyoruz… Diğerine ne olduğu umrumuzda bile değil… “Ben” ki şeytana ait bir sözdür… Dilimizde hep “ben” var, “biz” yok…

Oysaki Hz. Mevlana’nın dediği gibi “bir bedenin uzuvları gibiyiz”… Sağ el neden sol ele düşman? Eğer diğer bir insanı, hayvanı, bitkiyi bir uzvumuz gibi görürsek ona zarar verebilirmiyiz? Onu hor hakir görebilirmiyiz?…

Korona bizi evlerimize oturttu… Kıymetini bilmediğimiz anne babalarımızdan, Kardeşlerimizden, Dostlarımızdan… sürekli kirlettiğimiz, sokaklardan, parklardan bahçelerden alı koydu…

Bugünlerde nefes alabilmenin kıymetini öğrendik… Özgürce sokakta dolaşabilmenin… Eşimizin elinden sevgiyle tutabilmenin… Çocuklarımızı öpebilmenin… İş Arkadaşlarımıza Kardeşçe davranabilmenin (O’nu, ezerek çiğneyerek yükselmenin hesabını yapmak meğer ne kötü bir duyguymuş!!)… Dostlarımızı, yaşlılarımızı arayıp hal hatır sormanın…

Güzelce, Kuran ve zemzemle, yakınları, dostları başucunda can vermenin… Kalabalık bir cenaze töreniyle dünyaya veda edebilmenin…

Meğer ne kıymetliymiş tüm bunlar…

Korona bize “ben” yerine biz demeyi öğretti… İtalya’nın Padova ilinin Vo kasabasındaki Françeska ile Kırklareli’nin Kofçaz ilçesindeki Ayşe aynı kaderi paylaştı (aslında her daim -korona virüsünden önce- de aynı kaderi paylaşıyoruz…) … Onca para, teknoloji, dijitalleşme hiçbiri hiçbiri kar etmedi… Tüm dünyayı eşitledi bu virüs aslında… Ne kadar güçsüz, ne kadar çaresiz kalabileceğimizi… Sahip olduğumuz sahip olduğumuzu sandığımız herşeyi biranda yitirebileceğimizi… Paranın ve gücün dahi işe yarayamayabileceğini öğretti bizlere.

Sözüm ona dünya devi ülkeler, uluslarası kuruluşlar, örgütler, Krallar, Başbakanlar bir anda sudan çıkmış balığa döndüler, dillerini yuttular…

Kainat konuşuyor çünkü artık… Hem de çok sert ve acımasız bir dille… İnsanlar sahilleri, denizleri doldururken ve kirletirken, bu vahşi, acımasız insanlar ne yapar bilinmez diye korkudan kıyılara yanaşamayan yunus balıkları deniz kıyılarına gelmeye başladı şimdi… Bir ülkede, sahilde yavru bir yunus balığını zevk olsun diye elden ele dolaştırarak öldüren kimseleri gösteren bir video izlemiştim… O gün insanlığı büyük bir felaketin beklediğini hissetmiştim… Korkunç bir şeydi… Ey zavallı bir Yunus balığını yalnız ve çaresiz sanan insanlar! Asıl sizsiniz yalnız ve çaresiz olan!!! Taptığınız ve peşinden koştuğunuz o iğrençler zevkler(!), eğlenceler, paranız, malınız, mülkünüz gelsin de kurtarsın sizi şimdi…

Ya savaşlara ne demeli … Daha çok silah satabilmek uğruna, daha çok para uğruna dünyayı kan gölüne bulayanlar… Sizin hiç mi suçunuz yok bu gelinen “nokta”da… 2014 yılında bombardımanda ağır yaralanan 3 yaşındaki Suriyeli çocuğun, “Gidince sizi Allah’a şikayet edeceğim” sözleri, Suriyeli Aylan Kurdi’nin kıyıya vuran cesedi … Savaşlarda öldürülen, işkence edilen, tecavüze uğrayan kadınlar, çocuklar, gençler… Bunlar hiç ah etmedi mi sanıyorsunuz!!! Bu ahhh’lar kaç kere Arş-ı Ala’ya ulaştı… Kaç kere merhamet biz insanların kötülüklerini kapattı…

Kibir, riya, yalan, ikiyüzlülük, bencillik, sevgisizlik… Tüm kötü hasletler ruhumuzu, tüm benliğimizi kuşatmışken….

Haksızlık, adaletsizlik, yolsuzluk tüm müesseselerimizi sarmışken…

Kaç kere Allah’ın rahmeti, merhameti, mağfireti bunları örttü, kuşattı da gazaba, felakete, belaya, musibete uğramadık…

Dünyanın bir çok noktasında, kadın, erkek, çocuk karın tokluğuna, insani olmayan şartlarda, çalıştırılan, ezilen, horlanan emekçiler, hiçbir iş sağlığı ve güvenliği tedbiri alınmadan madenlere inen, madenlere değil de aslında ölüme inen madenciler… Hiç mi ah demediler sizce!

İşte bugün gelinen noktada tüm bunları düşünmek, tekrar düşünmek, tekrar düşünmek… gerekiyor… Aynı hataları yapmadan, hayatımızı sevgi, kardeşlik, barış, merhamet duyguları üzerine yeniden inşa etmek gerekiyor…

Dünyamızın ve ülkemizin korona virüs kuşatmasından bir an önce kurtulmasını, sevgi ve barış temelli bir dünyayı hep birlikte elele kurmayı tüm kalbimle diliyorum, ümit ediyorum.

Sağlıkla.