7 Şubat 2006 tarihinde Londra’da 92 yaşında bir Türk prenses vefat eder. Bizler daha ziyade üvey kardeşi ve zamanında ‘Osmanlı Hanedanı’nın yaşayan son varisi’ olarak adlandırdığımız Şehzade Ömer Faruk Osmanoğlu’nu tanır veya adını duyardık. Dürrüşehvar Sultan’ı ise gerek kadın olduğu gerekse de Hindistan hükümdarlarından birinin eşi olduğu için kamuoyunda veya haberlerde pek duymadık. Bugün ölüm yıldönümüdür, ebedi istirahatgahı Londra Nekropolisi’dir, bu vesile ile onu anarak hikayesi ile anmak istedim.

İstanbul’da doğar, bugün müze olan saraylarda iyi eğitim alarak yetişir, cemiyet hayatına babası son halife Abdülmecit Efendi ile iştirak eder, erkek egemen dünyada sesi çıkan kadınlardan biri olacağı belirtilerini verir ve 1924 yılında Halifeliğin Kaldırılması ile sürgün edilir.

Biz Türkler gitmesek de Fransa’nın Nice şehrini iyi biliriz, popüler turistik bölge olması, güzel binaları, denizi, güneşi, 19. yüzyıl Avrupalı elitlerin uğrak yeri ve Osmanlı Hanedanı’nın sürgündeki bireyleri…

Kendisi de burada yaşarken ve güzelliği, zerafeti, eğitimi, konuşma kabiliyeti ile etrafındakileri etkilediği bilinen bir genç kızdır ve bu hali elbette ki dikkat çeker. Mısır Hidivi, İran Şahı ve Hindistan’ın Haydarabat Nizamı kendisini gelin almak ister. Babası Abdülmecit Efendi’nin de finansal sıkıntılarına derman olan dünyanın en zengin hükümdarlığı Haydarabat’a gelin gider. Babasının da ‘günlerimi okuyarak, piyano çalarak ve resim yaparak geçiriyorum…’ demesine sebep olur çünkü Abdülmecit Efendi’nin başka bir geliri yoktur.

Prenses iki çocuk doğurur, yetiştirir, Hindistan’da izler bırakır, eğitim reformunun öncülerinden olur. Kadınların kendi hayatlarının kararının ve kazancının kendi ellerinde olması gerektiğini savunur.

Kendisi için bir batılı ‘…dikkat çekici, açık tenli, kumral saçlı, varlığını hissettiren, asilliği gözle görülür bir kadındır. Kader onu başka yerlere sürükledi ama dünyanın en etkili kraliçesi olabilecek meziyette…’ der ama bu doğunun imparatorluklarında prenseslerin hükümdar olamadıklarını, kendilerine nüfuslu bir devlet adamı bulunana kadar saray duvarları arasında solduklarını dikkate almaz.

Dönemin ünlüleri fotoğraflayan ve Kraliçe Elizabeth’in de resmi fotoğrafçısı Cecil Beaton’ın büyülendiği kadındır Prenses Dürrüşehvar. Duygulu bakışı ve sükuneti, felsefe, edebiyat sevgisi ve çeşitli yabancı lisanlardaki becerisi dikkatini çeker.

Kendisine Londra’da ve Hindistan’ta birkaç kere poz vermeye ikna eder. Hatta 2015 yılında Pera Müzesi ‘Cecil Beaton, Portreler’ isimli bir sergi de düzenlenir. Bizim Ara Güler gibi çarpıcı ve anlık yakaladığı fotoğraflar ile ünlenir, kendisi de sosyal ve toplumsal konulara dikkat çeker.

Prenses Dürrüşehvar’ın Londra’da Ulusal Portre Galerisi’nde asil bakışlı bir portresi vardır. Bu galeri de diğer ulusal müzeler gibi bedava ve Trafalgar Meydanı’nda Ulusal Galeri’nin hemen yanıbaşında olsa da gezginlerin ilgisini zamansızlıktan ve bazen de ilgisizlikten pek çekmez. Halbuki şaşırtıcı büyüklükteki portrelerle muhteşemdir, kanaatimce İngiliz Rönesansı’nın en iyi analiz edilebileceği müzedir. Ayrıca Frida Kahlo’dan Muhammet Ali’ye kadar dünyaca ünlü şahısların portreleri ile güzel yanıbaşınızda gizli bir hazine gibidir.

Osmanlı’nın son mensuplarından olan prenses kocasının ölümünden sonra Londra’ya yerleşir. Vefatıyla Londra’nın Nekropolü denilen Brookwood Mezarlığı’na annesinin yanına defnedilir. Bu kadar anıtsal büyüklükte mezar taşının olduğu bir yerde kendisinin isteği üzerine çok sıradan, dikkat çekmeyen ve bulmakta zorlandığım bir mezar taşı yaptırılmasını kendisi talep etmiştir denilir.

Bu mezarlık aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı sırasında çoğu talim uçuşunda hayatını kaybeden havacı askerlerin yattığı yerdir, ‘Türk Hava Şehitliği’ ile prensesin mezarı çok yakındır. Ziyaret etmek isterseniz mutlaka mezarlık müdürlüğünden bir harita alınız, aradığınız mezarı bulmanıza yardımcı olacaktır. Bir zamanlar dünyanın en büyüğü iken şimdi İngiltere’nin en büyük, birinci derece sit alanı ve park statüsündeki bu mezarlığı değişik milletten ve dinden insanların istirahatgahıdır ve bu açıdan çok enteresan mezar taşı örnekleri tecrübe edersiniz. Ayrıca Kıbrıslı Türkler’in de mezarlığıdır. Mezar taşına resim koyma geleneğini İngilizlerden alıp Türk mezar taşına kondurmaları enteresan manzaralar ortaya çıkarmıştır. Ayrıca, 1985 yılında Kıbrıslı bir Türk işadamının satın aldığı bu mezarlığın basını da meşgul eden enteresan hikayesine de ilgi duyabilirsiniz.