İçişleri Bakanı Şahin'i dinlerken birden 'Gidip gidip aynı yere mi döndük' duygusuna kapıldım.

Demokrasinin bize göre bir yönetim sistemi olmadığı’ değerlendirmesini her duyduğumda sinirleniyorum. İçerdiği küçümsemeyi rahatsız edici buluyorum. Bu değerlendirmeyi en çok da Demirel yapardı. ‘Türkiye’nin özel şartları’ diyerek her demokratik talebin karşısına bu gerekçeyle dikilirdi.

Ülkemizdeki demokratikleşmenin önündeki en önemli engelin ‘militarizm’ olduğu yönündeki kanaatim sürüyor. AK Parti hükümetinin askeri vesayetin sonlandırılması amacıyla yürüttüğü siyasi mücadele artık toplumun son derece geniş bir kesiminin, hatta belki ulusalcı kesimlerin bile onayını alıyor.

Ancak elbette demokrasi yalnızca askerlerin siyasetin emrine girmesiyle hallolacak bir mesele değil. (Ayrıca hâlâ askerin siyaset üzerindeki ağırlığı devam ettiği gibi, hukuk sistemi içinde de varlıklarını sürdürecek anayasal sistemin özü varlığını koruyor.)
İçişleri Bakanı Şahin’i dinlerken birden “Gidip gidip aynı yere mi döndük” duygusuna kapıldım. Virgülüne dokunmadan Şahin’in ‘terörle mücadele’ anlayışını yansıtan dünkü konuşmasının bir bölümünü buraya aktarıyorum: “Neyiyle veriyor, belki resim yaparak tuvale yansıtıyor. Şiir yazarak şiirine yansıtıyor, günlük makale, fıkra yazarak oralarda bir şeyler yazıp çiziyor. Hızını alamıyor terörle mücadelede görev almış askeri, polisi doğrudan çalışmasına, sanatına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyor. Terörle mücadele edenle bir şekilde mücadele ediliyor, uğraşılıyor. Terörün arkadan dolanarak arka bahçede yürüttüğü faaliyetler ki arka bahçedir, İzmir’dir, Bursa’dır, Viyana’dır, Almanya’dır, Londra’dır, her neyse, üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur.”
Şahin’in ne demek istediğini yorumlamaya gerek yok. Açıktır ki, bu anlayış Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ısrarla vurguladığı, “Terörle mücadele ederken, düşünce ve ifade özgürlüğünü özenle koruyacağız” yaklaşımına tamamen ters. Türkiye yıllarca, bu şekilde bir düşünce yapısıyla, yani ‘otoriter rejim’le yönetildi. Dersim olayı da bu anlayışın tipik örneklerinden birisidir. Sıradan kadın ve çocukları da dolaylı olarak “İsyancılara destek verebilirler” gerekçesiyle hedef alabilen mantıkla o mantık arasındaki benzerliği görmek zor değil.

1990’lı yıllarda Yaşar Kemal, Orhan Pamuk gibi isimler de dahil olmak üzere çok sayıda aydın, yazar o dönemdeki Kürt politikasını eleştirdikleri için yargı önüne çıkarıldılar, hatta mahkûm edildikleri bile oldu. Onları hedef alan düşünce sistematiğinin İdris Naim Şahin’inkine benzediğini görmek için keskin bir sezgiye sahip olmaya gerek yok, hatta biraz araştırma yapsak çok yakın cümle yapılarının kullanıldığını bile tespit edebiliriz.
 
Teröristi yenebilirsiniz ama
İdris Naim Şahin’in bakış açısıyla hiçbir netice alınamaz mı? Elbette her düşünce yapısı, kendine göre birtakım ‘netice’ler üretir. Ancak ‘herkesin susturulması’nı düşünebilen bir kültür üzerinden demokrasi veya özgürlük adına küresel standartlarda bir tablo çıkmaz.
İçişleri Bakanı’nın ilk çıkışı değil bu. Çok uzun zamandan beri ne yazık ki, sürekli aşmaya çalıştığımız günleri aratmayan çıkışlar yapıyor. Böyle bir İçişleri Bakanı’yla, bir dönem boyunca yakalamış olduğumuz özgürleşme ivmesini gerçekten sürdürebileceğimize ihtimal vereniniz var mı?
Tabii bakan bu şekilde konuşunca, onun yönettiği polis, polisin etkileşim içinde olduğu yargı sistemi nasıl çalışabilir? Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, bu söylenenlere nasıl bir tepki verdiğini de merak ediyorum.
Dönüp dönüp aynı yere gelmemek için, bu değerlendirme biçimini masaya yatırmanın zamanı geldi de geçiyor bile...
İçişleri Bakanı’nın bu son değerlendirmesi bir yanlışlığın ötesinde, kendine hâlâ yükselme yolu aramaya çalışan ve belli bir zemini de olan tehlikeli bir eğilime işaret ediyor.
Türkiye’nin vizyonu, ne olursa olsun; bu söylemlerden, bu kültürden daha ileri bir noktada...