Makalenin tamamını okuma dirayet, sabır ve vaktinden mahrum okuyucular için, en son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim..

 

Gerçi geçen gün tivitırda yazdım, mutlaka görmüşsünüzdür (!), yeteneksiz davulcu esnafının gecenin bir yarısı ettiği zulme, oruç tutan biri olarak ben isyan noktasına gelmişken, oruç tutmayanların halini düşünmek dahî istemiyorum…

 

Tembel okuyucular gidebilir, sağlam okuyucular için diyeceklerim daha bitmedi. (Tivitırda olsa, tam buraya bir ‘gülücük’ koymak icap ederdi, neyse ki değiliz…)

 

ÇALAR SAAT: RAMAZAN DAVULCUSUNUN KANLISI

 

Çalar saatin icat edilmek üzere gayb aleminde sıra beklediği devirlerde, oruç tutan Müslümanlar için sahura kalkmak, daha doğrusu sahur saatinde uyanmak ayrı bir gündem maddesiydi. Gündelik hayatın her ânını özenli bir titizlikle dokuyan atalarımız, bu konuya da hoş bir çare buldular.

 

Ahalinin sahursuz oruç tutmak zorunda kalmasına mâni olmak gayesiyle, davulcu esnafı, sahur vaktinde sokakları gezmeye başladı. Davulun sesinin sadece uzaktan hoş geldiğini, yakınlaştıkça bu hoş’luğundan pek çok şey kaybettiğini bilen zarif davulcu esnafı, maniler okumak, nükteler anlatmak  suretiyle de bu hususu dengelemeye çalıştı.

 

Zira gecenin bir yarısı, uykunun en tatlı yerinde, kapınızın pencerenizin önünde davul çalan bir adama tahammül etmek, ancak Ramazan-ı Şerif’in yumuşattığı gönüller sayesinde mümkün olabiliyordu. Demem o ki, o devrin zarif davulcu esnafı bu tahammül sınırını fazla zorlamamak gerektiğinin gayetle idrakindeydi…

 

Köprülerin altından çok sular aktı…

 

Yüzelli yıl boyunca büyük acılar yaşayan Anadolu insanı, gündelik hayatında din veya örf kaynaklı yaşayageldiği birçok zarif unsuru ya unuttu ya da feda etmek mecburiyetinde kaldı…

 

Diğer yandan sekülerleşmenin hızlanması, devlet tercihlerinin dini dışlayıcı hatta aşağılayıcı yönde kullanılması, dinî ritüelleri, ya hayatın dışına itti, ya da görünür kamusal alanın dışına... Misal, insanlar ya namaz kılmaz oldular, ya da namazı gizlice kılmaya yöneldiler...

 

Haliyle bu rüzgar, etkisini, oruç ibadeti üzerinde, dolayısıyla da (zaten çalar saatin icat edilmesiyle sert ve öldürücü bir darbe almış olan) Ramazan davulculuğu üzerinde de güçlü bir şekilde hissettirdi.

 

KAYBOLMUŞ DEĞERLERİ KEŞFEDİYORUZ

 

Yaşı kemâle ermiş olanların rahatlıkla hatırlayacağı üzere, ülkemiz, 20. Yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve son çeyreğinde hızlanan yeni bir uyanışa sahne olmaya başladı: “Eskiye ait olan herşey kötü olmayabilir.”

 

Bu yeni süreç vesilesiyle, birçok din kaynaklı kültürel unsur, toplumsal hayata avdet etmeye başladı. Misal, daima devletin ve hatta derin devletin akredite tarikatı olagelmiş bulunan Mevlevilik ve ona ait ney üfelemek, sema etmek gibi ritüeller, daha bir görünürleşir oldu.

 

İşte bu din ve örf kaynaklı kültürel unsurlardan biri de, (istisnaları hariç tutmak kaydıyla) belki de bütünüyle terkedilmek üzere olan Ramazan davulculuğu… Artık ilk kimin aklına geldiyse, birdenbire bir davul sevdası kapladı içimizi…

 

Ramazan’a dair ne kadar kaybolmuş, unutulmuş değer, ritüel, hoşluk varsa hepsinin acısını çıkarırcasına, derin bir hasretle sarıldık davula… Elbet biz bir sarıldıysak, bu işin asırlık üstadları olan Roman vatandaşlarımız bin sarıldı!

 

Aman o ne sarılmadır yarabbi!

 

Çoluk çocuk, genç yaşlı her biri bir mahallede, maharet(!)lerini konuşturmaya başladılar. Mutlaka içlerinde bu işin üstadı olanlar da vardır, lâkin yıllardır davulcu zulmü altında inleyen biri olarak söyleyebilirim ki,  o “üstad” henüz bizim mahalleye uğramadı.

 

Hele o basında gördüğümüz, müzik eğitimi almış, maniler okuyan davulcular hangi semtlerde geziyor, hiç bir fikrim yok.

 

ORUCUN FARZLARINDAN BİRİ DE DAVUL MU?

 

Ramazan davuluna laf edince, etinden et koparılmış gibi irkilen insanlar var. Oysa ecdadın sahura kalkmak için bulduğu ve sözlü kültürle de zenginleştirdiği bu geleneğin dinle uzaktan yakından bir ilgisi yok.

 

Hatta, gecenin o saatinde hasta insanlara, küçük çocuğu olan kimselere ettiği eziyet sebebiyle kul hakkına bile yol açmaktadır.

 

Tamam, asırlar süren bir geleneğin kaybolmasına, bunca yılın muhafazakârı olarak benim de gönlüm razı gelmez. Fakat bir kültür ögesini yaşatmak için bütün bir şehrin sinirleriyle oynamaya da gerek yok.

 

Bunun bir sürü yolu bulunabilir. Gerçekten eğitim almış, hem müzik bilgisiyle, hem mani/deyiş/şiir repertuarıyla bu işin hakkını verecek Ramazan davulcuları yetiştirilir...

 

Ramazan ayının belli günlerinde çıkarlar, mahalleleri gezerler…

 

Veya pencerelerin önüne gelip dan dan dan vurmak yerine, zaten sahura kadar ana baba günü olan caddelerde hoş temsiller verirler…

 

(Bilmem farkında mısınız ama “bahşiş” konsuna girmedim bile… )

 

BELEDİYEYE YAZDIM, CEVAP BEKLİYORUM

 

Burada kaleme aldığım duygularımı, sorumluluk sahibi, teknolojiyi ve sosyal medyayı kullanan, çağdaş bir vatandaş olarak, oturduğum mahallenin bağlı olduğu belediyenin tivitır hesabına (elbette 140 karakterlik cümlelerle) bildirdim.

 

Ama henüz ses yok.

 

Bir cevap çıkarsa, size de “retivit” ederim artık…

 

(Makaleyi buraya kadar okuma zahmetine katlanan “sağlam” okuyucularım, sizlere de bahusus teşekkür ederim. Hakikaten sağlammışsınız…)